Son yıllarda, bilgisayar oyunlarından dizi ve film uyarlama modası var. Ben oyununu oynamadım, diziyi bu bağlamda değerlendiremem ama oyunun hayranları yapıma çok iyi puan vermişler. Diziyi oyundan bağımsız olarak değerlendirsek de sonuç değişmiyor.
Fallout, son yılların en iyi dizilerinden biri. Hatta daha da ileri giderek, çocukluğumun dizileri tadında diyebilirim.
Bu iddiamın dayanaklarını da ortaya koyarım. O yıllardaki dizilerin sıcaklık hissi, naifliği ve akıcılığı var Fallout'ta.
Fazlası da var. Bilimkurgu alt türü olan distopyaya giren Fallout, nükleer yıkımla mahvolmuş bir dünyada, yer altındaki sığınaklarda yaşayan bir avuç zengin elitle dışarıda bir mutanta dönüşme pahasına yaşam savaşı veren şanssız ama özgür azınlığın mücadelesine odaklanıyor. Bu durum başta The Walking Dead olmak üzere pek çok yabancı dizide var. Hatta son yılların popüler dizisi The Last of Us, hem distopik hem de yine bir oyun uyarlaması.
Ancak Fallout, yukarıda saydığım her iki diziden de daha umutlu bir yapım.
Onların karanlık, kasvetli tonuna ve anlatım diline sahip değil.
HER ŞEY TANIDIK
Aslına bakarsanız hikayede hemen her şey ödünç gibi. Orijinalite neredeyse sıfır. Buna rağmen nasıl bu kadar başarılı? Konu da bu işte. Belki de bu kadar tanıdık unsurun birleşimi bizi hemen öykünün içine alıveriyor. 1950'lerdeki antikomünist Amerikan dünyası, artık yüksek teknolojinin de varolduğu ve robotların da bilindiği (üstelik siyahilerin ötekileştirilmedem üst pozisyonlara gelebildiği) bir tür paralel gerçekliktir.
Öykü, bu paralel tarih üzerinden inşa ediliyor. Bu bağlamda 'The Man in the high castle' dizisinin mantığını bir zemin olarak kullanabiliriz. Alternatif bir tarih öğretisi. Bunun üstüne biraz 'Silo', biraz da 'The walking dead' koyar, üzerine 'Westworld' sosu eklerseniz (ki yaratıcısı Jonathan Nolan burada da işbaşında), karşınıza Fallout çıkıyor. Erkek dünyasını resmederken Ghoul karakterinde Stephen King'ın 'Dark Tower' serisindeki Roland'ına benzer bir antikahraman çiziyor ve diziyi Western eksenine oturtuyor. Şövalyelik kodlarını ekliyor ve içine girilerek kumanda edilen robotları oluştururken Star Wars'ın stormtrooper'larına benzetiyor. Bu evrende her şey tanıdık.
TÜRLERİN KARIŞIMI
Sadece bunlarla da sınırlı değil yönetmenin başarısı... Bilimkurgu, gizem, western türlerini bir potada eritirken içine mizahı da çok dozunda bir şekilde yedirmiş. Böylelikle pek çok türe göz kırpan, hem hepsi hem de hiçbiri olmamayı başaran çok dengeli bir yapım var elimizde. Temasını ciddiye aldığı kadar kendisini ciddiye almıyor. Son derece kanlı olan savaş sahnelerinde ise 1940-50'lerin sıcacık caz parçalarını (Örneğin sezon finalinde kullanışan The Ink Spots grubunun 1946 yapımı caz şarkısı 'We three') fona koyarak kontrast yaratıyor. Şiddeti hafifletiyor ve sizi bu kan resitaline yabancılaştırıyor.
Sözün özü Fallout, karanlık bir gelecek fantezisinin altında umut dolu bir hikayeyle 1950'lerin Amerikan rüyasına bir aşk mektubu niteliği taşıyor.