Tiyatro olayının bize öğrettikleri
Kurumlar da devletler de doğar, gelişir ve ölür.
Tarihin diyalektik hikayesi budur.
Eski tabirle bir 'mütearife'den söz ediyoruz, yanlışlanamayan hakikatten.
Bu genel ölçüyü dar tarih dilimlerine de uygulamak mümkün.
Mesela, tek parti zihniyeti, bir insan ömrüne göre uzun bir iktidar süresi geçirdi. Kendi kurumlarını, kendi anlayışını, kendi uygulamalarını toplumun her alanına egemen kıldı.
Ama gün geldi, hayatın hızı ve ritmi tek parti zihniyetinin tasarruflarını işlevsiz hale getirdi.
Demokrat Parti'nin tarih sahnesine çıkması bununla ilgilidir.
1960 darbesi, Türk toplumunun Menderes'le birlikte kazandığı kendini yenileme ve meşru yollardan değiştirebilme yeteneğini hazmedemeyen reaksiyoner bir grup tarafından silahla hayata geçirildi.
Her darbe, eninde sonunda, planladığının ve beklediğinin tam karşıtı gelişmelerle yüzleşmeye mahkumdur.
Türkiye'de de öyle olmuştur.
Darbeler neyi engellemek istemişlerse o 'şey'e yaşama iradesi kazandırmışlardır.
12 Eylül ve 80'li yıllar...
Yeni bir değişim kuşağının yetişmesi...
Özal pratikleri...
Değişimden ürkenlerin tezgahladığı 28 Şubat...
Ve 'statüko' dediğimiz yapının son çırpınışı, 27 Nisan...
Bütün bu tarih bize hikayenin nasıl yaşandığını gösteriyor.
***
Esasen bir tarihi böyle kısa cümlelerle anlatmak imkansız.
Enlemesine boylamasına analiz gerektiren bir meseledir bu.
Ancak bu tiyatro tartışmaları bize bir gerçeği gösterdi.
Türkiye'de darbelerle kurulan vesayetçi düzen, düzenin kurucusu askerlerden daha sağlam ve sert çekirdek bir sivil vesayetçi ideolojik yapı oluşturmuş.
Demokratik değişim rüzgarları önünde ne askerler, ne vesayetçi yargıçlar ne de genel olarak bürokrasi durabildi.
Halkın kararlılığı ve o kararlılığın siyasi tezahürü bu vesayetçi kurumları ezdi geçti.
Ama diğer yandan, vesayetin sivil ayağı hala direnmekte.
İstanbul sermayesinin bir kısmı, medya ve onlarca yıl vesayet ikliminin sağladığı korunaklı atmosferde sanatın neredeyse her kolunda bir tür tekelleşmeye gitmiş olan sanatçılar direnişin en etkili örneklerini veriyorlar.
İstanbul Şehir Tiyatroları tartışmasıyla birlikte oluşan tepki eylemlerine ve eylemcilere bakıyorum: aslında hepsi onlarca yıl boyunca zihnimize 'ünlü' olarak kodlanmış tipler.
Ama tartışma bağlamında daha dikkatli bakınca, bir şeyi apaçık görüyoruz:
Bu insanların neredeyse hepsi, tam bir vesayet rejimi sanatçısı.
Solcu görünümlü, ancak sıkıştığı vakit askerden medet uman bir anlayışa sahipler.
İnançlı birer demokrat olmadıkları sanki alınlarında yazıyor.
Sanatçı yaratıcılıkları eksik. Küresel çapta bir başarıları yok, tek tip insanlar.
Dramaturglarının seçtikleri oyunlara bakın, Türk toplumunun tamamını temsil eden bir tercih esnekliği göremezsiniz.
Yaratıcılıkları sınırlı olduğu için ideolojinin ve cinselliğin hazır kalıplarına yükleniyorlar.
Seyirciyi en ilkel taraflarından avlamaya çalışan bir kısırlık bu.
Şimdi kamu kaynaklarının kullanımından sorumlu olan seçilmişler, bunları yapan memurlarına müdahale ediyorlar.
Olay budur.
***
Bu tartışma çok uzar ama olay sadece bu değil aslında.
Olayın daha derin bir tarafı var ki bizim ülkemizde gündelik gelişmeler sosyolojinin bize sağladığı imkanlarla düşünülmediği için sağlıklı sonuçlar da çıkarılamıyor.
Olay, Türkiye'nin zevk, estetik ve etik anlayışındaki değişimle alakalı.
Bugün ayağa kalkan sanatçı taifesi, milli gelirden 300 dolar pay alan insanların yaşadığı bir ülkenin sanatçılarıydılar.
Bugün aynı toplumun insanları milli gelirden 13 bin dolar pay alıyorlar.
Gencay Gürün'lerin yetiştirmeleri, o güdük solcu-Marksist kafalarıyla bu yeni neslin hangi ruhsal, sanatsal ve düşünsel ihtiyacına cevap verebilecekti ki?
Bu toplumun insanları artık dünyayı geziyor.
Londra'da 'Miss Saygon' seyrediyor, Broadway'de oyun seyretmek için günler öncesinden rezervasyon mücadelesi veriyor.
Bu insanlar niye gelip de sizin ideolojik tercihlerinize göre belirlediğiniz soğuk savaş hikayelerinizi ya da modası geçmiş cinsel içerikli repliklerinizi dinleyip izlesin?
Sözün özü şu:
Türkiye'nin elitleri değişiyor, soğuk savaş yıllarının ve ideolojik kamplaşmalarının ve dahi vesayetçi yapının yarattığı elitler emekli oluyorlar; yerlerine yeniçağın elitleri geliyor.
Bu toplumda çeşitlilik olacaktır ve bunun gereği olarak yeni elitlerin zevk ve estetik anlayışına uygun iş çıkarmaya da mecbursunuz.
Yukarıda anlattıklarıma kafası basmayanlar bari biraz Vilfredo Pareto ve Mosca okusunlar, kendi durumlarını anlamalarına faydası olur.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.