Türkiye'nin yönü Batı'yadır!
Geçtiğimiz hafta bir TV kanalında sorulan bir soruya karşılık "Sayın Putin'e söyledim, alın bizi Şanghay İşbirliği Örgütü'ne, biz de AB'ye Allahaısmarladık diyelim dedim" cevabını verdi. Geçtiğimiz yıllarda da böyle bir konuşması olmuştu Başbakan'ın ama herkes o konuşmayı bir latife olarak algılamıştı.
Başbakan'ı artık çok iyi tanıyoruz, bir konuyu kafasında olgunlaştırmadan, inanç süzgecinde iyice süzmeden, konunun köşebentlerini zihnine tam yerleştirmeden kamuoyuyla paylaşmıyor.
TV'deki açıklaması bize gösteriyor ki, Başbakan ŞİÖ konusunda epeyce bir yol almış.
Bir kere bir hususu belirtelim: Bir toplumun bugününü, geleceğini ve hatta geçmişini hiç kimse başbakanlık tahtında oturan birisi kadar net ve çok boyutlu göremez.
Bir başbakanın önüne her gün iyi hazırlanmış raporlar gelir.
İstihbarat analizleri konur.
Gelecek senaryoları çeşit çeşit serilir.
Velhasıl bilgiyle donatılmış bir insandır başbakan.
Bizlerse en fazla açık istihbarat kanallarından yararlanabiliyoruz ve tabii akıl yürütebiliyoruz.
"Sen başbakandan daha mı iyi bileceksin?" diyenlere fazla bir itirazım olmaz ama demokratik toplum böyle bir şeydir işte, başbakan yüzde yüz haklı olabilir, ben de itirazımda yüzde yüz haklı olabilirim.
***
Şanghay İşbirliği Örgütü'ne dahil olmak! Bu fikir bana inanılmaz heyecan veriyor. Çünkü bir düşünün, Adriyatik'ten Taklamakan Çölü'ne kadar tanıdık kültür kodlarının yaşadığı devasa bir coğrafyada Türk milleti, hani tabiri caizse, yeniden at koşturacak. Şu samimiyetsiz Avrupalıların ağız kokusunu çekmeyecek.
Ama yine de itirazım var. İtirazım üç nedene dayanıyor.
1- Asya bizi her zaman kendine çeken, sevdalandıran bir kutup yıldızıdır. Allahuekber Dağları'nda donarak şehit olanlar işte o kutup yıldızının peşinden gidenlerdir. Ama Asya'nın bu gizemli çekiciliği Türk milletine her vakit felaket getirmiştir. Burada Türk milleti için bir sevda-felaket denklemi vardır. Asya'dan uzaklaşmak, Batı'ya gelmek Türk milletini tarihte yeni bir misyona kavuşturmuştur. Asya'dan gelenler ise Türk milletine felaket getirmiştir, Moğollar gibi. Tarih bize bir şey öğretti: Batı'ya yönelmeyi, Batı'ya doğru yürümeyi. Varlığımızı anlamlandıran, medeniyetimizi güçlü kılan, Doğulu ve Asyatik değerlerimizi evrenselleştiren şey bu tercihimizle ilgili. Osmanlı'nın hikayesi bizim Batı'ya yöneliş hikayemizdir. ŞİÖ'ne dahil olmak, bu tarihsel yolculuktan bir sapma anlamına gelmez mi?
2- İnsani ve ekonomik gelişmişlik düzeyi diye bir kriter vardır ve elbette en temel kriterdir. Kişi başına düşen gelir, sağlık ve eğitim harcamaları, yoksulluk düzeyi, demokrasi, demografi, adalet, insan kaynakları vs.
Bu kriterler üzerinden ŞİÖ'nün bugünkü üyelerine baktığınız vakit ortada aslında feci bir durum görürsünüz. Bir kere hepsi diktatörlüklerle yönetilen kapalı toplumlardır. Yönettikleri toplumların büyük kısmı aç ve yoksul kitleler olarak yaşamaktadır. Buraya rakamları koymak isterdim ama yerim yok. Teknolojide bulundukları yer savaş sanayi düzeyi ya da Çin'de olduğu gibi Batılıların sanayi atıklarını bıraktıkları ucuz işgücü kullanımlı üretim coğrafyası.
Total bir ekonomik faaliyet gücü vardır ve çarpıcıdır, bunu kabul ediyorum ama "her şey para mıdır?"
Uygur sorunu orada durup dururken biz nasıl bu örgütün üyesi olacağız? Başbakan'ın himayesi olmasa siyasetçi Muhammet Salih bırakın ülkesini, Türkiye'ye giremiyordu. Şimdi bu Özbekistan'la nasıl bir arada olacağız?
Ayrıca rakamlar ortada, dünya GSMH'nin yarısından fazlasına hala Batı sahip. İleri teknolojiyi hala Batı üretiyor. İnsani değerleri yönetim sistemlerine aktaran hala Batı. Hiç kendimizi kandırmayalım, en az yüz sene daha bu tablo böyle gidecektir.
3- Başbakan Erdoğan'ın bu çıkışı korkarım ki küresel provokatörlükleri bir miktar tahrik edecektir. AK Parti'yi iktidardan indirmek, Erdoğan'lı süreci tıkamak için bin bir tezgah kurulabilir. Türkiye bugünkü imkanlarıyla bu tezgahların hepsini bozar, çünkü eski aciz Türkiye yok ortada. Ancak, zaten epeyce bir sorunla uğraşan Türkiye bir de dışardan gelecek tertiplerle uğraşacak olursa korkarım ki bu toplumu çok fazla yorarız.
***
Nihayetinde ben şunu demek istiyorum: Orta gelir krizinin tüm risklerini taşıyan ve bu cendereden kurtulmak için çaba gösteren Türkiye'nin kamp değiştirmek gibi her bakımdan maliyeti yüksek bir işin içine girmesi doğru mudur? Tarih, sezgiler, rakamlar, zamanın ruhu bunun doğru olmadığını söylüyor bize.
Soru şu: Peki AB'nin o çirkin tutumuna katlanmaya devam mı edelim?
Cevabım: Evet, katlanmaya devam edelim ve fakat gözlerimizi de dört açıp ufku taramayı sürdürelim, kim bilir gelecekte neler olur?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.