"Sevgili Kardeşim Hüseyin,
Yahya Kemal ".. ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde/ her anı bir buhurdan gibi yıllarca tüter/ve serin serviler altında o yerde/ her seher bir gül açar/ her gece bir bülbül öter.." der, kadim Fars şairi Hafız'ın kabrini tarif ederken, aslında ölümün güzel bir insana asude bahar ülkesi gibi gelişini tariflerken... Şükrü, Farsca'ya Hafız ne mana ifade ediyorsa, muhteşem Türkçe'mize onu ifade eden bir gönül ve ruh şairiydi, şairin ötesinde bir ses ve mana feylesofuydu...
Bizim harsımızda filozof yoktur, ama feylesoflar binlerle yıldır Maveraün Nehir'den Tuna'ya, Akdenize, Kızıldenize, Basra'ya, Hind Okyanusuna kadar '..kendi gökkubbemiz altında' seslerinin ve tefekkürlerinin sırtında rüzgarlar gibi esip gürlediler... Ta ki suyu bulana kadar, şanslı olanları buldular, kadersiz olanları artık gemiler geçmeyen bir başka ummanda arıyorlar, çölde arar gibi..
Şükrü bulabildi mi? Şevket Süreyya'nın Kafkasya'da Orta Asya'da kendi ömrünü anlattığı o muhteşem ve hala hakkı layıkıyla ödenmemiş eserindeki "..suyu arayan adam"dı Şükrü... aramakla kalmadı, buldu da bana göre... O'nu ilk tanıdığım 90'lı yılların başlarında Bakü'de ben genç ve idealist bir diplomat, o da yine genç, benden büyük olsa da, ve hem idealist, hem heyecanlı, hem de akil bir "hayalperest" olarak karşılaştık.
Türkiye adlı o güzelim ve muhteşem hadisenin, Türk Milleti denen büyük varlığın iyiliği, güzelliği, hayalleri, idealleri için Hazar'ın yükselişi gibi yükselen bir vakıanın içindeydik, bilmeden, idrak etmeden yeterince belki de.. Tarih ve coğrafya Türkiye'yle buluşuyordu yeniden...
Şükrü idrak edenlerimizdendi bunun ne manaya geldiğini...Sanki tek başına tarihin ve kaderin kucağına doğru yürüyordu, o kendine has hafif de yuvarlanır gibi yürüyüşüyle... Sessizliği ketumiyetiydi, hüznü değil.. Ama şairliğini görüp de sözlerinin güzelliğine çarpılınca, sessizliğinin biraz da 'melali' olduğunu farketmiştim... Sessizce, usulca, münasipce, vakar ve aklı selimle kafasına koyduğunu yaptı ve başardı... Kimilerinin hayal sandığı pek çok işi menziline erdirdi, hayalci değil zira, hülyalı ve hayalperestti...
Türkiye'nin hayallere ihtiyacı olduğunu ve insanlarımızın daha mutlu ve mağrur olmak istediklerini biliyordu, çünkü ordan geliyordu, aşkla bağlı olduğu Reşadiye'nin serin sularından dünyanın çalkantılı denizlerine kararla yelken açarak... Elinde sadece kalemi, kaleminin ardında müthiş bir bilgelik, bilgeliğinin kökeninde sağlam bir kültür ve irfan, ideallerinin ardında stratejik bir zekayla yürüyecek bir iman, herşeyden önemlisi, hayata da siyasete de bakarken aynı incelikte ve zerafette bir üslub, Roma darb-ı mesellerinde söylendiği gibi, "..sağlam fikirleri, demir gibi bir yürekle, ipek gibi bir üslubla..." savunabilmek.. Şükrü'yü ender kılan hususiyet...
Şükrü'nün bende çok büyük hakkı var... Herşeyin başında vefakar, sadık ve gerektiğinde dobra dobra arkadaşlığıyla... Aslında çok fazla insanın üzerinde hakkı var, sayesinde, desteğiyle, dostluğuyla, aklıyla, kalemiyle, varlığıyla bugün siyasette, devlette, sosyal hayatta yer almış pek çok insanda..
Daha da önemlisi, yedi coğrafyada, dünyanın dört bir yanında, Türkiye'ye son umudu, istinatgahı, hayali olarak bakan milyonlarca insanın bilmeden de olsa Şükrü'nün hayat mücadelesinden hatırı sayılır nasibi var, umarım birisi, birimiz layıkıyla yazıp anlatabiliriz. Naaşının ardında neredeyse Türkiye'nin tüm renkleri, sesleri, akımları ihtiram ve sessiz bir mahcubiyetle yürüdüler, Şükrü'nün hayatı esnasında bu tabloyu görememiş olmasından layıkıyla...Zaten kaybolmaya yüz tutmuş nadir referans kişiliklerinden biri daha giderken, bizler fakirleştik...
Yunus gibi geldi, Yusuf gibi yaşadı ve gitti...Belli ki buralardan daha mühim işleri vardı oralarda.. Arkasında bıraktığı bizlere o her zamanki dingin muzipliğiyle "...siz anlamazsınız bu işlerden, işinize bakın..." dediğini duyar gibi oluyorum.. Nur içinde yatsın, hakkını helal etsin, Mekanı Cennet olsun...O'nu çok özlüyorum...."
***
Tam bir hafta önce kaybettik Şükrü Karaca'yı. Benim deha sahibi arkadaşımdı. Günlerdir onun arkasından "ne yazayım, hangi yönünü yazayım?"diye düşünürken, iftiharla köşemi arz ettiğim Mehmet Ali Bayar'ın yazısı geldi.
O benzersiz nezaketiyle, Kadir kıymet bilen dostluğunu gösterdiği bir yazı bu; aynı zamanda lisan katologlarına girecek ölçüde bir yüksek kalem işçiliği.
Merhum Şükrü Karaca'yı anlatan yazılar yer aldı medyada ama böylesine ruh mürekkebiyle yazılanı ve Şükrü'yü portreler arasına yerleştireni olmadı.
Sağol vefalı dost Mehmet Ali Bayar Abi.
Nur içinde yat Şükrü.
Seni hiç unutmayacağız...