Son günlerde iki yazı yazdım ve yolsuzlukla suçlanan dört bakandan üçünün Yüce Divan'a gitmeleri ve orada kendilerini savunmaları gerektiğini belirttim.
Bir başka şey daha dedim: Ak Parti'nin Yüce Divan ve "parmak" siyasetinden zarar göreceğini yazdım.
Esasen bu görüşlerimden vazgeçmiş değilim, normal bir süreç işlese bu görüşlerimi aynen savunmaya devam ederdim. Ancak görüşlerimde bir tadilata gidiyorum ve tam tersine Ak Partili bakanların asla Yüce Divan'a gönderilmemeleri gerektiğini düşünüyorum.
Peki ne olacak? Bu insanlar haklarındaki mide bulandırıcı iddiaların hesabını vermeyecekler mi?
Hayır, vermeliler, nasıl vermeleri gerektiğini aşağıda okuyacaksınız, ancak bunun yerinin Yüce Divan olmadığını söylüyorum.
Bir şey daha: umarım hiç kimse görüşlerimi bir baskı ve telkin sonucu değiştirdiğimi düşünmez. Karakter hususiyetlerimi bir tarafa bırakırsak, Benim gibi kendini emekli etmeye hazırlanan birinin bu tür konularda telkin ve sipariş fikir kabul edeceği düşünülemez bile.
Peki Yüce Divan yargılaması konusunda görüşümü neden değiştirdim?
Bunun iki nedeni var: birisi Hafıza kayıtlarım. Şimdi oraya bakalım, ne söylüyor o kayıtlar.
SİYASİ HAFIZA BİZE NE SÖYLÜYOR?
1995 Aralık seçimleri bitmiş Refah Partisi birinci olmuştu. RP ya ANAP'la ya da DYP'yle ancak bir koalisyon kurabiliyordu. ANAP ve DYP ise, ikisi bir araya geldiğinde ancak bir azınlık hükumeti kurabilmekteydi. Tansu Çiller ANAP'lı bir azınlık koalisyonunu tercih etti. Bunun için fedakarlık yaptı, daha çok mebus sahibi olduğu halde başbakanlığı Mesut Yılmaz'a verdi. Uzatmayayım, Meğerse Mesut Yılmaz'ın bu koalisyona girmesinin tek bir nedeni varmış: RP'yle işbirliği yapıp ortağı Çiller'i Yüce Divan'a göndermek...
Mesut Yılmaz daha birkaç aylık ortağı için "çamurun üstünde oturmam" deyince plan açığa çıkıverdi.
RP'nin de bu tezgahda ahlaksız bir rol oynadığını hep birlikte gördük. Ama şurası gerçek ki, Mesut Yılmaz'ın yaptığı Türk siyasi tarihinin en haince davranışıydı.
Sonuçta RP ve ANAP Meclis'teki çoğunluklarına dayanarak parmak hesabıyla Çiller'i köşeye sıkıştırdılar.
Suçlamalar ciddi miydi? Hayır, tek kelimeyle saçmalık ve iftiradan ibaretti ama yine de herkes "gitsin, Yüce Divan'da aklansın" diyordu. DYP'lilerin çoğu böyle düşünüyordu. İşin ilginç tarafı bugün "Ak Partili üç bakan Yüce Divan'da hesabını versin" dediğim gibi o gün de "Tansu Çiller niye çekiniyor ki, gitsin Yüce Divan'a bu saçma iddiaları bir bir cevaplasın ve oradan Kahraman gibi dönsün" diye düşünüyordum.
Bu benim her zaman siyasi meşrebime egemen olan hesap verilebilirlik, ahlak ve açıklık kavramlarına olan inancımın dışa vurumuydu.
O gün kimsenin cesaret edemediği şeyi yaptım ve Tansu Çiller'e bu fikrimi söyledim. "Gidin Yüce Divan'a ve takır takır hesabını verin bu iddiaların. Buradan siyasi sonuçlar da çıkarırız biz" dedim.
Söylediğimden hiç rahatsız olmadı ve bana söylediği içten sözleri bugün gibi hatırlıyorum: "evladım, benim korkum yok, ben gider hesabımı veririm ama sen Yüce Divan'ı normal, adil karar veren bir mahkeme zannediyorsun. Öyle değil, orası bir infaz mangası. Sen biliyor musun ki mahkeme üyeleri 'şu kadın gelse de canına bir okusak, işini bitirsek' diye ellerini oğuşturuyorlar" dedi.
O günlerde Çiller muhalifi gazeteler Tansu Hanım'ı cübbeli Anayasa Mahkemesi üyelerinin kucağına oturmuş gösteren karikatürler yayınlıyorlardı. TBMM'nin lobisinde ANAP'lı milletvekilleri DYP'lilere ve gazetecilere "Ablanızın işini bitireceğiz" diye sırıtık laflar atıyorlardı.
DYP benim gibi saf adamların laflarına itibar etseydi ve liderini Yüce Divan'a gönderseydi, muhtemelen Türk siyasetinde yeni bir mühendislik olayı yaşayacaktık.
Yine hafıza kayıtlarımıza, biraz daha eski bir olaya dönelim: Demirel bütün bir 80'li, 90'lı yıllar boyunca ANAP'ı ve Özal'ı yolsuzlukla suçladı. İktidar olunca bu sözünü yememek için ANAP'ın iki bakanını Yüce Divan'a gönderdi. Uzun bir yargılamadan sonra Sefa Giray ve Cengiz Akkaya aklandı. Ama bu arada ANAP, bakanları Yüce Divan'da yargılanan bir parti olarak damgalandı ve milletin gözünden düştü, bir daha toparlanamadı, helak oldu gitti.
Bu tecrübeler bize neyi gösteriyor?
Yüce Divan adalet dağıtan bir yargılama zemini değil.
Yüce Divan, siyasi kararların alındığı ve sonuçları itibariyle siyasi mühendisliğe kapı aralayan telafisiz bir sürecin adı.
YÜCE DİVAN TUZAĞI
Fikrimi değiştiren ikinci gelişme şu oldu: gördüm ki hiç kimse, söz konusu bakanların adil bir şekilde yargılanması ve ortaya kamuoyunu tatmin edecek bir sonucun çıkmasının peşinde değil. Muhalefetin, paralel darbecilerin, liberal militanların dişinden kan damlıyor. Bütün umutlarını Yüce Divan'a bağlamış görünüyorlar. Gezi'nin, Kobani'nin, 17 Aralık'ın yapamadığını Yüce Divan'ın yapacağını, Ak Parti'ye büyük darbe vuracağını düşünüyorlar.
Türkiye'nin ekonomisi, istikrarı, iç ve dış ilişkileri bu çevrelerin hiç umurunda değil.
Bu arada bir başka gelişme: zaman zaman haksızlığa uğradığını düşündüğüm AYM Başkanı Haşim Kılıç, bana göre hiç gereği yokken, Sözcü Gazetesi gibi demokrasi düşmanı bir yayın organına çarşaf gibi mülakat veriyor. Muhalif bir tavır, adeta bir rövanş randevusu algılanıyor bu açıklamalarda. Ben Haşim Bey'in bir siyasi mühendislik peşinde olduğuna inanmam ama Yüce Divan ondan ibaret değil ki. Ayrıca o zaten iki ay sonra emekli olacak ve geriye paralel yapının operasyonlarına açık bir heyet kalacak.
Aklı başında hiç kimse Türk demokrasisini ve adalet arayışını bu kumpasın içine atmamalıdır.
PEKİ YA O ÜÇ BAKAN?
Erdoğan Bayraktar haricindeki o üç bakan yargılanmalıdır. Adil, güvenilir bir yargıda yaşanmalıdır bu süreç. Bakanların, başbakanların yargılandığı yer Yüce Divan olmaktan çıkarılmalıdır.
Yargıtay Ceza Kurulu bu yargılamanın yapılacağı ideal yerdir. Yargı sonuçları siyasi değil hukuki olmalıdır. Bu düzenleme hemen yapılmalı ve üç bakanın dosyaları Yargıtay'a havale edilmelidir.
Ancak kamuoyunun tatmini açısından yargılama hemen başlamalıdır.
Ak Parti üç Bakanı hem komisyonda hem genel kurulda aklar, bir de normal yargıya göndermezse, işte o vakit iyi niyetli davranmamış kabul edilir ve milletin kendinden öncekilere taktir ettiği akıbete düçar olur!
Bana göre durum budur!