Tarihimizde insanların, hatta hayvanların ihtiyacı olan hemem hemen her alanda vakıflar vardır. Okul, cami, hastane, kervansaray (yollardaki konaklama yerleri) bunlardan ilk akla gelenlerdir.
Vakıf kurumları arasında darüşşifalar bilhassa dikkati çeker. İnsan sağlığı her zaman önemlidir. Darüşşifa, bugünkü hastanelerin işlevini gören yer demektir.
Bunlardan biri de Manisa'daki Hafsa Sultan Darüşşifası'dır. Kanuni Süleyman'ın annesi olan Hafsa Sultan tarafından yaptırıldı.
Buranın personel kadrosu şöyledir: Hastanede bir başhekim, bir cerrah, iki göz hekimi, bir psikiyatrist, iki eczacı, iki eczacı yardımcısı, ikisi gece ikisi gündüz çalışmak üzere dört hasta bakıcı, bir idareci, bir sekreter, iki aşçı ve bir çamaşırcı bulunuyordu. Personelin maaşları ve her türlü harcamalar vakıf gelirlerinden sağlanırdı.
Başka vakıf kurumlarında olduğu gibi burada da din ve milliyet farkı gözetilmezdi. Osmanlı toplumu zaten çok dinli ve çok milliyetli bir yapıya sahipti. İşte asıl konumuz bu noktada başlamaktadır.
1855'te Manisa'da fakir bir Yahudi ailesinin dördüncü çocuğu dünyaya geldi. Adını Moiz koydular. O dönemde, Manisa'da da salgın hastalıklar kol gezmektedir. Boğmaca hastalığı, pekçok çocuğun ölümüne yol açmaktadır.
On yaşındaki Moiz de bu hastalığa yakalanır. Babası, Moiz'i Manisa'nın tek hastanesi olan Sultan Camii Darüşşifası'na götürüp yatırır. Uzun süre burada yatıp iyileşir. Moiz'in babasına hekimler "Artık oğlunu çıkarabilirsin" derler. Baba çok sevinir fakat hastane ücretini ödeyecek parası olmadığı için de üzgündür. Mahcup bir şekilde durumunu tedaviyi yapan Dr. Şinasi Bey'e anlatır.
Dr. Şinasi Bey, üzülmemesini söyler. Burası bir vakıf hastanesidir, imkanı olmayanlardan para alınmaz, der. Hem baba, hem de küçük Moiz çok sevinir. O gün çocuk tasavvuru ve hayali içinde kendi kendine söz verir: "Eğer bir gün zengin olursam, Manisa'ya bir hastane yaptıracağım."
İyileşen ve ücret ödenmediği için çok sevinen Moiz biraz büyüyünce üzüm bağlarında, tütün tarlalarında çalışır. O günlerde İzmir Limanı'na bir şilebin geldiği ve Amerika'ya gideceği konuşulmaktadır. Bunu duyan Moiz, kardeşini de yanına alarak İzmir'e gelip gizlice gemiye biner. Gemi yola çıkınca fark edilirler. Ama geri dönüş yoktur. Aksilik bu ya, aslında bu gemi Amerika'ya değil, Mısır'a gitmektedir.
İskenderiye Limanı'na varınca gemiden inerler. Tütün boşaltmakta olan başka bir gemiyi seyre başlarlar. Bunların meraklı bakışları tütün işi yapan gemi sahibi tüccarın dikkatini çeker. Onları hamal olarak işe alır. Tütünden anladıkları ve kısa zamanda işi öğrendikleri için hep yanında tutar.
Tüccar bunlara iyi davranır, tütün ticaretinin ve sigara yapımının bütün inceliklerini kendilerine öğretir. Bir gün Moiz'e, "Esas hayat yeni dünya Amerika'da, siz oraya gidin" der. Zaten onların hayalleri de öyledir. (Devamı cumaya)