Yahya Kemal (1884-1958) en büyük şairlerimizden biridir. Çocukluğu dini bir atmosferde geçmişse de 20. asrın başlarında Batı'da ve ülkemizde yayılan materyalist fikirlerin etkisiyle bir inançsızlık devresi yaşadı. Genç yaşında Paris'e gitti.
Şöyle der: "İstanbul'dan çıkarken (18 yaşlarında) zaten dine karşı kafamda şiddetli bir tepki vardı. Paris'te dinsizliğim arttı."
Paris'te 10 yıl kadar (1903-1912) kalan Yahya Kemal, bir müddet devrin moda fikirleri peşinde koşarsa da, aldığı tarih metod ve kültürü sonucu, Türk tarihini iyice inceledi. 1071 Malazgirt zaferini bir başlangıç sayarak, o günden bu yana Anadolu ve Rumeli'de vücud bulan kültür, sanat, dil ve medeniyet değerlerimize dört elle sarılmak gerektiğine inandı. Tabii ki, bu muhteva içinde dinin önemli yeri vardır.
Yahya Kemal kendi nesli içinde dine ve dini hayata saygılı biridir ve onu milli varlığımızın ve Türk olarak yaşamamızın bir şartı kabul etmiştir.
Yahya Kemal, Müslümanlığın kitabi tarafına ilgi duymaz. O, namaz kılan oruç tutan biri değildir. Belki de ömründe 2 defa kıldığı bayram namazından başka ibadeti de yoktur. Ama onun "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" şiirinde tasvir ettiği duygular ve Büyükada'daki bayram namazı çok anlamlıdır. Aşağıda bu ikincisini anlatır:
BÜYÜKADA'DA BAYRAM
Dört sene (1918) evvel Büyükada'da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk (Avrupa) hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada'nın mahalle içindeki sessiz yollarından kendi başıma camiye doğru gittim. Vaiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni daha doğrusu bizim nesilden birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu.
Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi aynı dilden ve tek vücut olarak gördüm.
O sabah o Müslümanlığa az aşina Büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin bir cemaati idik. Namazdan çıkarken kapıda ayandan Reşid Akif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu:
"Bu bayram namazında iki defa mes'udum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi.
Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik etti. Bu basit hadiseden pek samimi olarak mutlu idiler. O sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı.
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir sabah namazında anne millete dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar! (Yahya Kemal, Aziz İstanbul)