Nesiller neden bozuldu
Kenan Rifai'nin Merkez Efendi'deki türbesi yapıldıktan sonra onbeş sene kimse sataşmadı. Fakat onbeş seneden sonra (1965'ler) pirinç laleler ve karanfiller söküldü. O kadar muhkem olduğu halde gece kırdılar, söktüler ve götürdüler. Bu defa ağabeyim (Ekrem Hakkı Ayverdi) iki tarafından birden raptetti, lehimletti. Artık sökemezler dedi. Üç gün geçti tekrar söküldü. Tabii sökülürken bütün demirler tahrib edildi. Fakat onbeş sene hiçbir şey olmamıştı. Nihayet bunu yapanlar tespit edildi. 14-15 yaşında çocuklarmış. Manavın oğlu, bakkalın oğlu filan. Demek ki yeni yetişenler gittikçe kötü yetişiyor. Artık cemiyet çocuklara bir şey vermiyor Hüdayinabit (kendiliğinden bitmiş). Sokakta yüzüne baktığınız çocuklardan insana ürküntü geliyor. İfadeleri değişmiş.
(Demek ki eski Osmanlı Türk karakteri iki-üç nesil sonra, 1960'lardan itibaren etkisini kaybetmeye başlamış, çocuklarımıza haram-helal anlayışını veremez olmuşuz.)
LİONS KULÜPTEN YILBAŞI ÇAMI
Şimdi burada çok hazin bir vesika var. Çok hazin bir vesika. O da şu; şimdi bizde ne kadar yetiştirme yurdu var bilmiyorum fakat bu yetiştirme yurtlarından birine bu yılbaşında Lions Kulüp'ten koca bir çam geliyor. Ve o çam Hristiyan adetlerine göre hediyelerle donanmış. Ve o hediyeden başka yine Lions Kulüp tarafından bu yetiştirme yurdunun çocuklarından elli beşi sünnet ettiriliyor ve bu çocukların her birine ayda bin lira bankaya yatırılıyor. Yani daha çocuk mektep çağına gelmeden bu beynelmilel haçlı teşkilatının ve siyonist teşkilatının azası olmuş oluyor. Şuursuz analar babalar veya akrabalar bunu minnetle karşılıyorlar. Çocuklarımıza bakılıyor, çocuklarımız giydiriliyor, yediriliyor diye. Bizde şuur olsa o gönderilen hediyeleri bu kulüplerin kapılarına atardık.
YANLIŞA ALIŞMAK
Hani bir hikaye var, hikaye değil de bir vak'a. Bir bestekara bir başka bestekar misafir gelmiş. Eh, bestekarın bestekara ikramı nedir? Demiş ki: "Birader yeni bir beste yaptım, sana çalayım". Oturmuş piyanosunun başına, çalmış. Ötekinden de karşılık bekliyor. Beğendim, beğenmedim filan. Adamcağız "Senin piyanonun akordu bozulmuş" demiş, "Ne çalıyorsun?". Şaşırmış bu. Yavaş, yavaş, yavaş akort gitmiş. Fakat adam farkında değil. O kadar yavaş bozulmuş ki. "Ya öyle mi?" demiş. Bir akortçu getirmişler. Piyano akort olmuş. Tekrar oturmuş çalmaya. "Ay" demiş, "Ben o seslere alışmışım, fena geldi bu doğru sesler şimdi bana."
Bugün de insanlara doğru, yanlış geliyor. Çünkü alıştık yavaş yavaş, bozula bozula. Yanlışa, doğru hükmü veriyoruz. Düzelince de "Aa biz ona alışmışız" diyoruz. Dilde böyle, dinde böyle, tarihte böyle. "Dil"de; uydurmacılık, "dinde"; taassup, şekilcilik, "tarihte"; serapa yanlış, küfür, ecdada küfür. Yalan. Ve biz onu doğru zannediyoruz.
Çocuk yaşımızdan itibaren bize bunu öğrete öğrete, böyle getirmişler bugüne kadar. Vakta ki birisi geliyor; "Hayır, bu sizin öğrendikleriniz tepeden tırnağa yanlıştır, hatadır" diyor. "Gelin, ben size düzelteyim bunları" diyor. Düzeltiyor. "Ayy ben onları öğrendimdi, bana iyi geliyordu onlar" diyoruz, diyoruz. Tıpkı piyanistin dediği gibi.
(Samiha Ayverdi, Sen Onu Kaybettin kitabından)
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.