Şimdi ben birine iyilik ediyorum. Güzel. Teşekkür yerine seni çekiştiriyor yahut kötülüğünü istiyor. Ne diyor burada, sen iyiliğini yap, ondan teşekkür bekleme, dava bu. Sen teşekküre mi satıyorsun iyiliğini, teşekküre mi satıyorsun? Hayır. Satılık değil senin iyiliğin. Sen Allah rızası için iyilik edeceksin. Kullar bana şu iyilikte, karşılıkta bulunsun yahut da minnet duysun, teşekkür etsin diye değil. Üstelik de aman ne güzel şey, diyor. Hem iyilik ediyorsun hem de arkandan seni çekiştiriyorlar, ah ne ala, ne ala.
Birisinin sana karşı vefasızlığını veya nankörlüğünü ayıpladığın vakit kendine kız. İyilik yaptığın adamın sadakat göstereceğine bel bağladınsa hata etmişindir. Sen ona iyilik etmişsin, o da sana iyilik etmiş, edecek diye bekliyorsun. Hayır, hata etmişin. Bekleme. Sen iyiliğini yapmaya bak. Hani Türkçe'de bir atasözü vardır ya, kul bilmezse Halik bilir. İş kulun değil Allah'ın bilmesinde. Mademki insanlara iyilik etmişsin, daha ne istiyorsun? Yapmış olduğun uygun hareket sana yetmiyor mu?
Senin karşılık istemen; gözün görmek, ayağın yürümek için ücret istemesi gibidir. Ayağın da, gözün de, elin de senden ücret istemiyor. İyilik etmek o kadar tabii bir şey ki, gözün görmesi kadar, elin tutması kadar tabiidir. Sen iyilik ettin, dostluk göstermeye bak, affetmeye bak, hoş görmeye bak. Böyle olursa mühim. Böyle olursa iyi. Dünyadaki zorluklar dervişlik sayesinde tahammüle değer. Sen dervişsen bunlara tahammül edeceksin. Ama dikkat et, başkaları da sana ancak bu suretle tahammül ederler. Sen başkalarının kusurunu görüyorsan, sana da başkaları derviş olurlar da tahammül ederler, yoksa etmezler.
ZEKAT
İlhan Ayverdi: Efendim, (Sadi şeyhi) Raşit Efendi'nin İsmail Görgün isminde bir dervişi var. Ayakkabıcı olan bu zat Avrupa'daki müsabakalarda her sene birincilik alıyor. Mesleğinde çok ileri bir insan. Bir gün, gelmiş, Raşit Beyefendi'den müsaade istemiş. Meslektaşlarından iflas halinde bir zat varmış. Sağa sola çok borçlanmış. Bu iş mahkemeye intikal etmeden o zat mallarını ortaya koysun, herkes alacağına göre bir şey çeksin alsın bu suretle de o borcundan kurtulsun, alacaklılar da parasını almış olsun. Sen de bilirkişi ol demişler. Şeyhinden müsaade talep etmiş. Fakat Raşit Beyefendi fevkalade celallenmiş,
"Hayır, hayır! Kat'iyyen böyle şey olmaz", demiş. "O ayakkabıcı, yani borçlu olan zat, zekatını veriyor muydu? diye sormuş. " Evet veriyordu."
- E diğerleri?
- Onlar da veriyorlardı.
- Şu halde, zekatını veren bir kimseyi, iflas haline getirmemek için herkes zekatını ona versin, bu zekat veren kimse tekrar zekat verecek hale gelsin.
Samiha Ayverdi: Ne mühim. Şu Müslümanlıktaki ölçüye bak. Ve hakikaten toplanmışlar, bu benim zekatım, o senin zekatın demişler paraları ortaya koymuşlar. Borç tasfiye olmuş ve adam da işine dönmüş, tekrar zekat verecek hale gelmiş. Ben bayıldım buna. Çok güzel, çok güzel. İflas eder, olur biter, çekilir köşesine. Ne yapar bu adam? Çoluğunu çocuğunu geçindirmek için dilenmeye kadar götürür işi, değil mi? Hayır! Kurtarmışlar. Zekat bu.
(Samiha Ayverdi, Sen Onu Kaybettin kitabından)