Jön Türkler Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde ortaya çıkan, Batı tarzı idare ve fikirlerin gelişip yayılması için çalışan, laik ve meşrutiyetçi kişilerdir. Samiha Ayverdi'ye göre Siyonizmin bu grupla da yakından ilgisi vardır. Türk Tarihinde Osmanlı Asırları kitabında şunları yazar:
Jön Türklerle el ele vermiş Siyonizm, Sultan Abdülmecid devrinden itibaren, açık kart oynamaya başlamıştı.
Bir komite olarak teşkilatlandırdıkları Jön Türklük, İttihat ve Terakki adıyla masonik bir muhalefete dönüştü.
Ancak bu muhalefet, milli ve tarihi bir inanca sahip değildi.
Milli çıkarlardan başka davaların adamı olan idarecilerin gizli ve açık tesiri altına girdi.
Bu yüzden de, memleket adına selamet yolunu bulup takip etmesi imkansızdı. Amaçları padişahı devirmekti.
Şinasi, Namık Kemal'in ısrarlarına rağmen, ciddi bir prensibe ve sisteme dayanmadığını anladığı Jön Türk cemiyetinin içinden yavaşça sıyrıldı. Ardından Suphi Paşazade Ayetullah Bey, aralarından uzaklaştı.
KİMLER DESTEKLEDİ?
Jön Türkleri parasıyla destekeyen Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa'nın gayesi, kaybettiği Mısır idaresini tekrar ele geçirmekti.
Bir yandan siyonist tuzağına düşen; bu arada Rus sefiri General İgnatiev ile İngiliz sefiri Sir Henri Elliod'un siyasi manevralarını fark etmeyen; bir yandan da günü birlik politikacılığın heyecanına kapılmış bu safdil vatanseverler, memleketin bozuk düzen gidişinin tek ve gerçek davasını, Murad Efendiyi tahta geçirmekte gördüler.
Veliahd Murad'ın sarayına girip çıkan ajanların padişahtan gizli tutulması gerekiyordu.
Onun için farmason teşkilatının memleket içinden veya dışından gelen temsilcileriyle temasını, Beyoğlu ve Galata simsarlarından ve levantenlerinden bir şebeke idare ediyordu. Bu konuda, bilhassa veliahdın hem şahsi dostu, hem de geniş salahiyetli bir mason ajanı olan Clementi'nin rolü büyüktü.
Yahudi için mühim olan, Jön Türklerin şahısları değil; yapacakları işti. Sonunda bu iş gerçekleşmiş; vatan parçalanmış; müstakbel İsrail devletinin geleceği teminat altına alınmıştı.
Artık bu cahil ve mücrim aktörlerle görülecek hiç bir hesapları kalmamıştı.
MİLLİ DEĞİL İDİLER
Devrin hayalperest aydınlarını, inkılap sloganı ile doğrudan doğruya şartlandırmayı başaran, Yahudi idi. Meşrutiyetin platonik sevdalısı olan Türk aydınları, kendilerine yol gösterenlerin kimler olduğunu fark etmeden, gafletlere gömülmüş bir heyecanın sarhoşluğu ile istedikleri yola değil, sevk edildikleri yöne gidiyorlardı. Zira inisiyatifi eline geçirmiş olan Siyonizm, gafil aydınları Mason localarına kazanmak taktiğini başarı ile idare ediyor ve bu vatansever inkılapçılar da, Yahudiliğin karar ve çıkarlarına şuursuzca alet oluyordu.
Her memlekette bayrak olarak kullandıkları klasik taktik, inkılapçılık parolası idi.
İnkılabın da icabı, bir istikrar müessesesi olan dini çürüğe çıkarmak; milli seviye ve milli vasıfları küçümsemek; maziye, tarihe, soylu, köklü her ne değer varsa hepsine birden sırt çevirmekti. İşte bu sırt çeviriş, bir çöküşe yol açtı. Beşeriyeti yıkan, milletleri tarih sahnesinden silen de yalnız harpler darbeler değil, milli sermayesini, kültürünü, benliğini aldırmak ve gayesiz kalmaktı.
YARIN: ABDÜLHAMİD VE SİYONİSTLER