Geçen hafta "Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler"den söz etmiş, İngilizler tarafından "Türk kaplanı" diye adlandırılan Fahreddin Paşa'nın dillere destan olmuş Medine Müdafaasını anlatmıştık. Bugün de devam edelim. Fahreddin Paşa'nın Medine kumandanlığı sırasında bu mübarek şehre önemli bir üst düzey ziyaret yapılır:
Harbiye Nazırı ve Başkumandan vekili Enver Paşa, Cemal Paşa maiyetleri ile birlikte 20 Şubat 1916 günü Medine'ye gitmişlerdi. Harp içinde, gösterişli bir şekilde yapılan böylesine bir ziyaret ilk defa görülüyordu. Enver Paşa, İstanbul'dan getirdiği birçok kıymetli hediyelerle kese kese altın liraları belli başlı Bedevi şeyhleriyle, Harem-i Şerif görevlilerine dağıttı.
Enver ve Cemal Paşaların bu ziyaretleri ve bilhassa Mescid-i Nebi'de muazzam bir cemaatle namaz kılışları ile Peygamber Efendimizin kabrine yüz sürerken, gözyaşlarını tutamayarak dua edişleri ve en sonunda etraflarını saran Medinelilerle kardeşçe kucaklaşıp el sıkışmaları bütün şehri, bütün Hicaz'ı ve Arapları son derece duygulandırdı. Hele gerçekten de pek dindar olan Enver Paşa'nın o pırıl pırıl sırmalı, kordonlu, göğsü nişanlarla kaplı gösterişli üniforması içinde, öylesine azametli ve heybetli göründüğü halde, daha Peygamber efendimizin kabrine yaklaşırken, büyük bir heyecan içinde kollarını kavuşturup, ayaklarının ucuna basa basa ve ağır ağır yürüyerek aldığı saygılı vaziyetle ziyareti, sonunda bir masum çocuk saflığı ile, boynunu bükerek gözyaşlarını döküşü, bir anda dillere destan olmuştu.
FAHREDDİN PAŞA'NIN PEYGAMBER SEVGİSİ
Fahreddin Paşa, Medine'de her sabah Harem-î Şerifi ziyaret eder, ihrama bürünerek ve başına beyaz sarık sararak Peygamberimizin kabrini kendi eliyle siler süpürürdü. O, kendisini Ravza-i Mutahhara'nın hizmetkârı, bekçisi, muhafızı sayıyordu.
Fahreddin Paşa aynı zamanda çok iyi bir askerdi. Birliklerini teftiş ederken, kıtanın en başındaki eri, herkesin gözü önünde kucaklar, öper ve bu kucaklama, kumandan tarafından bütün kıta erlerinin aynı şefkatle sarıldığının sembolik ifadesi olurdu. Böylece askerleri ile kendisi arasında kopmaz bir bağ oluşmuştu.
"BAYRAĞIMIZI İNDİREMEM"
Sonunda her geçen gün çölün ortasında çevre ile irtibatı kesilmiş bir kale durumuna gelen ve yiyeceği de azalan Medine'nin tahliyesine karar verildi. Medine Kalesi isyancılar tarafından kuşatıldı. Hiçbir yerden yardım alamayan şehirdeki halk ve asker arasında açlık ve hastalık hüküm sürmeye başladı. Bu güç şartlara rağmen Fahreddin Paşa şehrin savunmasını sürdürdü. Hatta kuşatmadan önce Medine'yi boşaltmasını isteyen İstanbul hükümetine, "Medine Kalesi'nden Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem, eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin" cevabını vermişti. İngilizler'le Araplar'a teslim olmaktansa Hz. Peygamber'in kabrini havaya uçurarak kendisini feda edeceğine dair yemin ediyordu.
"Türk kaplanı" Fahreddin Paşa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkânlarla Medine'yi iki yıl yedi ay boyunca savundu. Sonunda zorla da olsa bu kutsal şehri bırakmaya mecbur kaldı. Böylece bütün Hicaz bölgesi elimizden çıkmış oldu.