Cema Sancar NasReddin romanında en çok köksüz yerli aydınlardan şikayet eder, der ki:
"Yerli aydınlar, Doğu medeniyetlerine kördüler. Metafizik köklere vurgu yapan Batılılar, mesela psikiyatr Jung, onlardan çok daha ilerideydi. Hiç olmazsa Kolektif Bilinçdışı kavramıyla metafiziğe hürmet etmişti.
"Ne dinler tarihini biliyorlardı ne kutsal kitaplar üstüne kafa yorulmuştu. 'Din afyon abi ya!' deyip geçiliyordu. En fazla sosyolojik bir durum, folklor falandı. İşin kolayı bulunmuştu. Selefi beton kafaların yaptıkları ettikleri, o örgütler o tipler öne çıkarılıyor, din karşıtlığı için delil olarak sunuluyordu. Eh işte Mesnevi kapağı açılmadan rafta biblo kıvamında sahne alıyordu, o yeterliydi. Semazenler turistik bir gösteriydi. 124 bin peygamberle söylenip duran has hakikat, dar bakışlı hocalar tarafından adeta telefon rehberine dönüştürülmüş, bıktırıcı bir ceza hukukuna, şekle şemaile indirgenmişti."
Yazarımız bu arada "Ruhban takımı" dediği medyadaki din cazgırlarını da unutmaz:
"Bu da sızlanmacı aydınların işine geliyordu. İslam irfanı, felsefesi, hakikati, bilgeliği gömülmüş ve öyle bir kargaşa yaratılmıştı ki, 'Kolaylaştırın zorlaştırmayın!' ilkesi çoktan unutulmuş, kendinden menkul burnu büyük aracılar, televizyon vaizleri, YouTube şeyleri ortalara çıkmış, yeni bir ruhban takımı yaratılmıştı. Ruhbanlar yerlerini garantilemişlerdi. Cazgır, haşlayıcı, feryat figan fetvacılar topluluğu ona buna dudak büzüp durmaktaydılar. Entelijansiya bu kargaşadan rahatsız değildi. Alan memnun satan memnun olayı vuku buluyordu. Karşılıklı zil takıp oynanıyordu..."
MİZAH VE MELAMET
Cem Sancar mizahla melamet arasında bir bağ kurar. Ona göre mizahın yüksek bir işlevi vardır:
"Artık elinde bir tek ironi, kendiyle dalga geçerek yaptığı mizah kalmıştı. Mizah giydiği bir melamet hırkasıydı, hicvetmekse cesaret. Mizah, bir kınamaydı. Kendini kınama, özeleştiri. Evet bir nefs muhasebesi. İroni, üstünde çok düşünülmüş, emek verilmiş, yaşanmış, hazmedilmiş terli kelimelerin dansıydı. Robinson kafalı nobranların sandığı gibi düşen insana gülmek değildi. Mazlumlarla alay etmek hiç değildi. Mizah, galeyana gelmiş açgözlü azgınlığa karşı bir uyarı borazanı olmalıydı.
"Kaybedenlerin tesellisiydi mizah. Gizli mizah denen o irfani sır. Aşağı tabakadan garibanları küçümseyen, sarkastik, sinik, laf sokan bir şey değildi. Tersinden konuşan bir zeka pırıltısı, ironik bir türküydü. Yenik insan işi. Tutunamayanların iptilası. Kendini en dibe çekerek yapılan istihza. Dalgaya vurmak, alay etmek, alay ettiği şeyin dibini oymak, yaldızını parçalamak..."
Yazarımız mizahın melamet olduğunu tekrar vurgular:
"Egoyla dalga geçmektir gizli mizah. Melamet budur. Anlatacağını öyle anlatmak. Büyüklenmeden etrafa ışık saçmak. Melamet hırkası öyle giyilir. Kendini kınayarak neşe vermek. Bu neşvedir. Neşve, farkındalık anında duyulan neşedir. Ahaliyi zihin zevkiyle mest et!
Kabiliyetini kullan, öyle yap. Acelesi yok hiçbir şeyin. Sakin!.. Elverişli zamanı bekle. Kainat kitabını oku. Kendini akışa bırak..." (Devam edecek)