Maarif, Milli Eğitim deyince ilk hatıra gelen öğretmen meselesi olmalıdır. Samiha Ayverdi'nin bu konuda da önemli görüş ve teklifleri vardır. Ona göre öncelikle öğretmenlik mesleğine itibar kazandırmak ve öğretmenlerin gelir seviyesini yükseltmek gerekir. 1976'da devrin Milli Eğtim Bakanı'na şunları yazar: "Türk maarifi yarı aç yarı tok bir öğretmen kadrosu" ile başarılı olamaz. "Öğretmen itiraf etmek lazım gelir ki bugün hakkı yenmiş, vazifesinin kudsiyet ve ehemmiyeti ölçüsünde layık olduğu saygılı mevkii kendisine verilmemiş bir devlet düşkünü, küskün ve zavallı bir mağdurdur." (s.176)
Devam eder: "Marifet iltifata tabidir" diyen atalarımız doğru söylemişlerdir. Eskiden hoca bir "atabek" idi. Görenek ve gelenek, onu mübareklemiş, adeta bir nurdan kafa içine alarak her türlü şaibeden, kirden ve günahtan uzak ve masun (korunmuş) görmüştü. Bu yarı ilahi seviyeden gençliğe hitab eden adamın ise sesi dinlenir, sözü tutulur ve kendisi de, yalnız talebesi tarafından değil, bütün bir muhit tarafından izzetlenir, hürmet ve riayet görürdü.
Hükümdarların, camide bile hocalarına ayağa kalktıkları devirleri çok uzak bulsak bile, 45-50 sene evveline kadar, an'anenin hocaya kurduğu şerefli taht henüz yıkılmamıştı."
ÖĞRETMEN MAAŞLARI
"Gene itiraf etmek lazım ki hoca bugün (sene 1976), manen itibar görmediği gibi, maddeten de sıkıntı içinde bulunmaktadır. Geçimine birkaç kuruş ilave edebilmek için ders saatlerini çoğaltmak, böylece de bilgilerini arttıracak mütalaa ve araştırmalarına ayıracağı veya istirahat edeceği zamanı kısmak suretiyle, zaten tadına pek varamadığı mesleğini bir kat daha tatsızlaştırmaktadır.
Bunları da beceremezse yabancı memleketlere işçi yazılan, karılarının kızlarının adına kitapçı, manav veya manifaturacı dükkanı açan öğretmenlerin bu hareketleri, kendilerinin değil, devletin yüz karasıdır.
İstanbul'a yakın vilayetlerden birinde, 98 imtihan kağıdı okumaya mecbur bir öğretmenin, hiçbirine bakmadan hepsine 5 verip yarım saat içinde işini bitirerek dükkanına mal getirmek üzere bir başka vilayete gizlice gitmiş olduğunu söylemek, acı da olsa, maalesef bir gerçek vak'adır. Evlatları için "Bir baltaya sap edemedik, bari öğretmen yapsak!" diyen babalar da gene maalesef az değildir." (s. 178)
ÖZEL KANUN OLMALI
Yazarımız çaresini gösterir: "Maddi ve manevi dertleriyle yapayalnız ve başbaşa terk edilmiş öğretmeni yeniden mesleğine aşık hale getirmenin şartlarını hazırlamak bir devlet işi ve memleketin ön planda gelen hayati zaruretlerindendir. Belki de celadetli ve şuurlu bir hamle ile bir "Öğretmenler Kanunu" çıkartıp, hocanın eline geçen maaşı, mümkün olan en üst seviyeye yükseltmek, ilk maddi tedbir olmalıdır. Zira aldığı maaşla geçinemeyen hocaların mühim bir kısmının bütçelerini doğrultmak yolunda başvurdukları en masum çare, gene vakitlerinden ve istirahat zamanlarından çalarak hususi ders vermektir." (s. 177)
"Mesleği ile alakası aydan aya bordro imzalayıp aylığını almak ve emeklilik senesini beklemek olan öğretmenleri bu utandırıcı seviyeden kurtarmak, asıl Türk gençliğini kurtarmak demektir. Şuna inanmak lazım ki devletin öğretmen sınıfına yapacağı fedakarlık, asla ziyan değildir. Aksine bu, tarlaya atılan tek buğday tanesinin başak olup bire kırk-elli vermesi gibidir.
Vatan ve tarih şuuru ile talebesini işleyen hocanın eğitim çarkından çıkan genç, başka milletler hesabına dağlara çıkıp çeteler kurmaz, banka soymaz, masum insanların canına kıymaz, yangınlar çıkarmaz, sabotajlar yapmaz, hariçten çarpan sloganlarla avlanıp düşman menfaatlerine yem olmaz. Ama, kafası da cebi de boş bir zavallı olarak ayaklarını sürüye sürüye sınıfına girip çıkan ve kendi devletinin esirgediği milli ideal yerine başka devletlerin ideallerini benimseme vaziyetine bırakılmış bulunan talihsiz bir hocanın yetiştirdiği talebeden elbette yapıcılık değil yıkıcılık beklenir. İşte elli senelik gafletli tecrübenin neticesi olarak Türk gençliğinin günümüzde sürüklendiği acıklı durum bunun canlı şahidi bulunmaktadır." (s. 179)