Samiha Ayverdi'ye göre Milli Eğitim sadece okuma yazma öğretmek değildir, der ki: "Okuma yazma seferberliği, cehaleti gideremez ve milli şuuru da kamçılayıp uyandıramaz.
Asırların imbiğinden süzüle süzüle, nesilden nesile geçmiş olan bir milli mirası silip attık. Bu kadim değerleri unutmak ve unutturmak yerine parazitlerinden ayıklayarak hiçbir iktidarın keyfince evirip çeviremeyeceği bir milli maarif politikası kurmak yolunda seferber olmamız gerekirken geri plana ittiğimiz Türk maarifini sol tandanslı bir cereyanın eline bırakıverdik.
Asırların teknesinde yuğrula yuğrula bir değerler sistemi halini almış bu tarihi irfanı tekmeleyerek boş kalan yerine neyi koyabildik? Maya olmadıkça yeni bir hamurun tutması mümkün olmayacağını anlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz? Bir memleketin kültür davası çözüme kavuşmadan siyasi, iktisadi, vicdani ve içtimai hiçbir müesseseyi sağlama almanın imkansızlığını anlamak bence Türkiye'nin ölüm-kalım meselesidir." (s. 197)
YABANCI İDEOLOJİLER
Ne yazık ki hoca-talebe, artık et tırnak gibi birbirini bütünleyici vasfını kaybetmiş bulunmaktadır. Maalesef talebesine milli heyecan ve vatan sevgisi aşılamak yerine, başka milletlerin ideolojilerine kul köle olmayı iman borcu haline getirmiş bu gafil öğretmen kütlesi, Türk çocuğunun duygu ve düşüncelerine pençesini geçirmiş, istediği tarafa sürüklemekte, direnenler ile de mücadele etmek suretiyle sınıf, adeta bir muharebe meydanı haline gelmiş bulunmaktadır. Ama, bunun da mes'ulü gene biziz. Yani elli yıllık sakat, başıboş ve gayrımilli eğitim ve öğretim sistemimizdir ki hoca ile talebenin ezeli dostluğuna düşmanlık lekesi sürdürmüştür. Gözlerden uzak olmayan gerçeklerden biri de, vatan hainliği ve düşman hayranlığı cereyanının, üniversitelerden ta ilkokul saflarına kadar inmiş olmasıdır. Öyle ki, maalesef gafletleri derecesinde cehilleri de sabit, toy ve gerçeklere gözleri kapalı yetiştirilmiş bu öğretmen sınıfı sekiz-on yaşındaki çocukları dahi ilerisi için birer vatan haini namzedi olarak yetiştirmeyi marifet sayacak bir mes'uliyetsizliğin karanlığı içinde bulunmaktadırlar."
YANLIŞ EĞİTİM FELSEFESİ
Yazarımıza göre: "Tanzimat'la başlayan ve boyu boyumuza, huyu huyumuza uymayan, böylece de tarihi ve milli karakterimize ters düşen medeniyet değiştirme kararı, garbın ilim anlayışından ve teknik imkanlarından faydalanmak yerine milli ve tarihi benliğimize çullanıp ezerek yerle bir eylemiştir. Böyle bir garplılaşma sath-ı mailine giren gayrımilli eğitim ve öğretim adımları, hızlana hızlana, nihayet bugünkü korkunç süratini bulmuştur. Hele yarım asırlık Türk eğitim sistemi, felsefesini tamamıyla soldan ve haçlı dünyadan aldığı için, bugünkü milli benliğini kaybeden Türk gençliği, şekavet, hıyanet ve gaflete düşmüşse, ayıplamamak lazımdır.
Vatansız, tarihsiz ve imansız olarak yetiştirilmiş nesillere, içine itildikleri bu imandan ve milli heyecandan mahrum cereyan "ilericilik" olarak belirtilmiştir.
Neticede de dalaletlerin hakikat olarak kabul edildiği sistem, düşman ellerin çizdiği istikamette yürütülmüştür. Kendi kendisinin ve geçmişinin cahili olan bir gençliğin, memleketinin kanını içmesi yadırganmamalıdır.
VATAN VE İMAN DUYGUSU
"Her sosyal bünye, bir hususi karakter taşır. Türklerde vatan ve iman, kılıcın iki yüzü gibi, müşterek bir anlayış ve iş birliği halinde olduğu müddetçe, devlet yapısına hiçbir menfi kuvvet yol bulamamıştır. Bir kimse pehlivan da olsa, derisi yüzüldüğü takdirde, yaşama imkanı kalmamış demektir. İşte, dimağ ve kalp gibi birinci derecede hayati ehemmiyeti olan uzuvlarımız yanında, bir mütevazı fakat koruyucu deri ne kadar basit görünürse görünsün, insan veya hayvan, hiçbir canlı, ondan müstağni olamaz. Hatta sırasında küçük bir sıyrık bile ilaçlanmaz onarılmazsa, tehlikeli bir yara haline gelebilir. Nasıl ki deri denen örtü, fizyolojik yapının bekçisi ve koruyucusu ise vatan ve iman zırhı da gerek kütleler gerek devlet için aynı muhafızlık vazifesi ile yüklüdür." (s. 222-223) Devam edecek...