Terörün çektiği fotoğraflar
Gazeteciliğe başladığımız yıllarda, muhabirlerin belki de en büyük zorluğu, polisiye bir olayda hayatını kaybeden kişinin fotoğrafını bulmalarıydı...
Muhabir, kimlik kartının üzerinden çekilen vesikalık fotoğraf haricinde, o kişinin herhangi bir özel anına ait fotoğraf getirirse, o haber kıymetlenirdi...
Elimizde "özel hayatı" yansıtan bir belge vardı ve okurun dikkatini çekecekti...
Yıllar geçti. Sosyal medya hayatımızın baş köşesine oturdu.
Artık vesikalık fotoğrafın, bir kimliğe yapıştırılması haricinde hiçbir değeri yok...
Sosyal medyada hepimiz boy boy fotoğraflarımızı paylaşıyoruz...
Aklımızdan geçen bütün cümleler ortada...
Kim umursar o vesikalık fotoğrafı...
İstanbul Reina'da meydana gelen olayın ardından, hayatını kaybedenlerin sosyal medya hesaplarından paylaştığı fotoğraflar da adeta ortaya saçıldı...
Hiçbir muhabirin, "maktul" fotoğrafı bulmak için uğraşmasına gerek yoktu...
Her "özel an" bırakın gazetecileri, herkesin elinin altındaydı...
Türkiye, hayatını kaybedenlerin fotoğraflarına bakıyor üç gündür...
O fotoğraflarda o kadar "yaşıyorlar" ki, öldüklerine, üstelik bir yılbaşı gecesi, eğlenip, gülerken, dans edip, şarkılar söylerken öldüklerine inanmak zor geliyor...
Hiçbiri o gece ölüme hazırlandıklarını bilmiyordu...
En güzel giysilerini giydiler...
Saatlerce makyaj yaptılar...
Kuaföre gittiler...
Mutluydular...
O gece gidilebilecek en güzel yerlerden birinde olduklarını düşünüyorlardı!
Meğer olunabilecek en yanlış yerdeymişler!
Bilmiyorlardı...
Onlar hayatını kaybederken, terör de bizi "beklemediğimiz" bir yerden vurdu...
Hiçbirimiz bu "acı dersin", o bölümünü çalışmamıştık...
"Eğlenirken öldürülmek!" 70 milyon, 2017'yi karşıladığı ilk dakikalardan itibaren birbirine şu iki soruyu soruyor:
*Evlerde saklanmak ve düşmanlarımızın isteğini yapmak bize yakışır mı?
* Peki ne yapacağız?
Güvende olduğumu 'hissetmem' gerekiyor!
Evet... "Ne yapacağız" sorusunu belki de şöyle değiştirmek gerekir:
"Ne yapılarsa insanların içindeki huzursuzluk azalır?
Toplumun genelinin üstüne çöken moralsizlik nasıl düzelir?" Ben de kendi kendime 3 gündür bu soruyu soruyorum...
"İçimdeki huzursuzluğu azaltmanın yolu ne?" Sizi bilmiyorum ama ben şu cevabı veriyorum...
Güvenlik önlemlerinin bırakın "üst düzeye", "zirve"ye çıktığını biliyorum.
Ama sanırım bugünlerde, o önlemleri daha çok "görmek" ve "hissetmek" hissediyorum...
Sokağa daha rahat çıkabilmenin, yeniden gülerek bir mekanda oturabilmenin, meydandaki bir konsere katılabilmenin yolu, attığım her adımın güvenli olduğunu "görmekten" geçiyor...
Ölen nişanlıyı etiketlemek!
Dedik ya, yazının başında, sosyal medya hayatımıza o kadar girdi ki, ölümün acısı bile önce oradan paylaşılıyor...
Reina'daki saldırıda dehşeti yaşayanlardan biri de 21 yaşındaki Sezen Arseven...
Genç kadın, olayda nişanlısı Mustafa Sezgin Seymen'i kaybetti...
Ve olayın ertesi günü, sosyal medya hesabından nişanlısıyla olan fotoğraflarını paylaşıp, duygularını yazdı...
"Biz yarım kaldık" diye bir cümlenin de olduğu yazısını, hayatını kaybeden sevgilisini etiketleyerek paylaştı!
"Sezen'in paylaşımı yürekleri dağlattı" diye haberler çıktı...
O acının ortasında...
Biz, hiç tanımadığımız insanlar için gözyaşı dökerken...
Sosyal medyaya girmek...
Fotoğraf seçmek...
Yazmak...
Etiketlemek!
Yorum yapmayacağım daha fazla...
Sadece, böyle anlarda, pılı pırtını toplayıp gitme misali, tüm hesaplarımı kapatıp gitmek istiyorum bu sanal mecradan...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.