15 Temmuz ile ilgili kaçıncı yazım olduğunu hatırlamıyorum bile. Ama ne yazarsam yazayım, ne söylersem söyleyeyim; bu destanı anlatmak için yetmez. Çünkü; 15 Temmuz'da insanlar ölmeyi tercih etti istiklal ve istikballeri için. Öyle bir birliktelik oluşturduk ki; ayrıştırmak isteyenler 15 Temmuz'da en güzel cevabı aldılar. 15 Temmuz'da ideolojik görüş farklarını herkes bir yana bıraktı ve birlikte canlarını siper ettiler.
İstiklal ve istikbal mücadelesi verdiler. Söz konusu tehdit, hükümet için değil, istiklal ve istikbal için idi çünkü.
Türkiye'ye 2 yılda yaşatılanlar (17-25 Aralık darbe girişiminden uttun da Gezi eylemleri, DAEŞ-PKK canlı bomba eylemleri, geçici hükümet baskıları ve nihayetinde 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi hepsi ama hepsi) büyüyen ve Dünya 5'ten Büyüktür diyen Türkiye'ye karşı diz çöktürebilmek için idi. Ama; bütün bu yapılanlar 3. Havalimanı, Osmangazi Köprüsü, İzmir- İstanbul Otoyolu yatırımlarını tamamlayan ve dünya devi ülkeler küçülürken yıllık büyüme hızı yüzde 3'ün altına düşmeyen Türkiye gerçeği ile, düşmanlarımızı daha da korkuttu.
Çünkü; biliyorlar ki böyle giderse 2023'te artık hiç kontrol edilemeyen bir ülke olacak karşılarında.
Milli sanayimizin yüzde 20'lerden yüzde 65'lere çıkması, bunun en güzel cevaplarından oldu. Yani; yerli-milli-güçlü Türkiye dünyanın devlerinin ve onların işbirlikçisi terör örgütlerinin korkulu rüyası oldu.
REFERANDUMUN ŞİFRESİ: YA İSTİKRAR YA KAOS
Zafer Şahin geçenlerde çok güzel bir bilgi-analiz yazısı yazdı. Türkiye'nin büyüme ve gelişme rakamları üzerinden yapılan araştırmada; büyümelerin en iyi olduğu dönemlerin; tek parti hükümetleri dönemleri olduğunu kayıtlara geçirdi. Koalisyon dönemleri ve askeri darbe dönemleri de büyümenin en düşük olduğu dönemler.
Büyüme için 2 ana faktör olduğunu söyleyebiliriz bu veriye bakarak;
1- Kalıcı istikrar 2- Bürokrasiyle ilgili çok daha hızlı iş yapabilme iradesi.
İşte bu 2 ana unsurun kurumsal garanti altına alınmasının en direk yolu da; Nisan ayında sandık başına gidip oylayacağımız Cumhurbaşkanlığı sistemi ile mümkün. Bunun sadece tek bir kişi veya tek bir parti ile ilgili olduğunu ısrarla savunanlara hatırlatmak isterim ki; her kişi ve her kurumun doğal bir ömrü var. Bugün yapılmak istenilen sistem değişikliğini kişi veya kurumlara bağlamanın pozitif bir karşılığı yok anlayacağınız.
Ama; istikrarın kalıcı olması ve kurumsal bir garanti için sistemin değişmesinin şart olduğunu ön yargılardan sıyrılan herkesin görmesi mümkün. Biz Yeni Asır olarak 10 Ağustos'taki cumhurbaşkanlığı oylaması öncesinde bir manşet atmış ve "Ya istikrar ya kaos" demiştik. Bugün de benzer bir başlığı vermek çok ama çok yerinde olacaktır...
İÇİŞLERİ BAKANI SOYLU'YU DİKKATLE İZLEYİN
Geçen hafta yaptığım görüşmeler arasında iki siyasinin mesajlarını sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim.
İlki; AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz'ın sözlerinden; iktidar partisinin ajandasında anayasa referandumu sonrasında 3 ana konunun olduğunu anlıyorum.
Referandumun ardından ikincil düzenlemelerin de partiler arası istişare ile gündeme gelmesi işten değil. Bürokrasi, siyasi partiler yasası ve Meclis iç tüzüğü ile ilgili konular, Nisan ayından sonra yeni döneme uygun düzenlemeler yapılmasını da beraberinde getirebilir.
Ve; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yaptığım görüşme.
20 yılı aşkın bir süredir tanıdığım ve özellikle son dönemde İçişleri Bakanlığı'nda gösterdiği performans ve başarıyla kabinenin en öne çıkan bakanları arasında yerini alan Soylu; FETÖ ile mücadelede kendini siper eden siyasilerin de arasında. Öyle bilgiler verdi ki; çoğu yazılmamak üzere. Ama; yazılmaması gizliliğinden değil, çok ama çok yakında hepimizin sonuçlarıyla somut olarak göreceğimiz sürece bir zarar vermemesi için. İçişleri Bakanı Soylu'yu; çok yakından takip edin derim. Demedi demeyin!