Milliyetçiliğin yükselişi
Milliyetçilik çıkışta mı? Kuşkusuz.
Esasında bu çok doğal bir gelişim. Özellikle imparatorlukların tarumar olduğu 19. yüzyılda ortaya çıkan ve tüm dünyaya hakim olan bu ideoloji, farklı formasyonlarda tanımlansa da, özünde ulusal bir kimlik ve ekonomiyi temel alır. Böylelikle, önceden hükümdar ve hanedan zeminindeki siyasi aidiyet duygusu, milliyetçilikte, halka mal edilir. Siyasi irade, halkın ortak iradesindedir. Bu nedenle de 19. yüzyılda ortaya çıktığında milliyetçilik, radikal, yerleşik düzene karşı, anti-monarşist ve hatta devrimci bir karakterde var olmuştur. Bir toplumun dönüşümü ve refahının geliştirilmesi için bu dinamikler vazgeçilmezdir.
HATRI SAYILIR BİR ARTIŞ
Süreç içinde eklektik ve popüler, çoğunlukla da iktidarda olsun ya da olmasın, ortada var olan politikalara tepkisellikle hatırı sayılır bir oy kitlesine kavuşan milliyetçilik, modern dönemlerin küreselleşme uygulamalarına da kat'i muhalefeti ile dikkati çekti. Elbette küreselleşme için alternatif söylemi hepimizin düşüncelerini okşayan milli kalkınma modelleri şeklinde cereyan etti.
Liberal ekonomi ve serbest piyasa bağlamında demokrasi bir bütün olarak ee alındığında bu sistemlerin uygulandığı kıta Avrupası'nda hatırı sayılır bir toplumsal refahı ortaya çıkardığı inkar edilemez bir realite olsa da, bu sürecin neden olduğu gelir dağılımı eşitsizliği ve sosyolojik kimlik dejenerasyonları, bugün Fransa'da gördüğümüz gibi tüm sorunlara çare olamadı. Bir anlamda, küreselleşmeye dair her şeye toptancı 'red' tavır, bazı partilerin genel politikaları haline geldi. Artık milliyetçilikte de 'yeni' bir vurgulama yapılacaksa bu yenilik 'anti-küresel' duruş ile özdeşleşti. Çünkü uygulama hali ile var olan 'küreselleşme', tüm toplumu kapsayan ortak ülkü ve kültür formasyonunu sağlayamamıştı ve bundan olumsuz etkilenen bir kesim vardı.
FRANSA'DAKİ OLAYLAR
Bu gelişmeler bir durum tespiti olsa da birçok teorisyen artık ülkelerin doğal vasatı olan çok kültürlülük, kosmopolitik yapı ve azınlıklar perspektifinde, 'milliyetçilik' söylemlerinin nasıl evrileceği konusunda düşünmekten kendini alamıyor. Örneğin, Fransa'da Marine le Pen'in lideri olduğu aşırı sağcı Ulusal Cephe, son seçimlerde yüzde 20,2 oy almıştı, şu an Le Pen'in Cumhurbaşkanı olduğu bir Fransa'da son olayların akışının ne olacağını kim düşünmek ister ki!
Bu yüzden siyaset bilimciler, Batı demokrasilerinde ve tabii ki ülkemizde de yükselen 'milliyetçilik' içine, daha liberal ve daha geniş bir vizyon enjekte edilerek var olan dinamikler ile radikal bir çatışma yerine palyatif geçişli çözümlerin hayalini kuruyorlar!
O zaman da etnik ve dini orijinalliğini kaybeden evrensel özgürlükçü değerlere sahip bir anlayış, milliyetçi hassasiyetleri nasıl koruyacak sorunu karşımıza çıkar.
HEPSİ SEMBOLİK DÜŞÜNCELER
Gerçi Anthony D. Smith, Ernest Gellner, Benedich Anderson ve Eric Hobsbawm gibi müellifler, bu tür düşünce varyasyonlarını yani 'hayali cemaatlardan' Millet Mitinin matbuat yoluyla yaratılması evrelerini ayrıntılı olarak işlemişlerdir ve geldikleri nokta yine de milliyetçiliğin çağın ruhunu yansıtan sembolik düşünceler bütünü olmasıdır. Zaten milliyetçilik de giderek daha otoriter bir dalgaya tutunmuş durumda.
Yine de kaçınılmaz olarak bir evrime ihtiyaç duyuyor. Nasıl, küresel iklim değişiklikleri, habitat daralması ya da pandemi gibi küresel sorunlardan bir ülkenin izole olması mümkün değilse, ulus devletlerin geleceği ve ulusal menfaatleri de ülkenin kendi sınırları içinde garanti edilemiyor.
Kurtuluş, humanistik yaklaşımın evrensel değerlerle vücut bulduğu bir milliyetçilik anlayışının inşa edilmesinde gibi görünüyor. Bunu da çağın milliyetçi politikacı ve akademisyenleri düşünsün artık!
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.