Japonların gelecek kaygısı
Neredeyse Dünya GSMH'sının yüzde sekizini üretiyorlar. Ama birçok uzman, Japonya için bir gelecek olmadığından dem vuruyor! Onların ana referansı, düşen ve düşmeye devam eden doğum ve evlilik oranları. Bu son derece endişe verici çünkü nüfusun azalması ve yaşlanması, hiçbir ülkenin isteyeceği bir şey değil! 2010 yılında 128 milyon olan nüfus 120 milyona doğru iniş içinde.
Böyle giderse, sadece önümüzdeki yirmi beş yılda kırk milyonu bulan nüfus azlığı ile karşı karşıya kalınacak. Şimdilerde, bu yüzden kırsalda her sene beş yüz okul kapanıyor, köyler kasabalar boşalıyor.
Çoğu genç Japon, evlenmekten uzak bir hayat tarzını benimsemiş durumda, anne ve babaları ile beraber yaşamaktan memnunlar. Özellikle de Japon kadınlar, toplumlarının geleneksel zorlaması ile üzerlerine verilmiş, çocuklara ve eşlerinin yaşlı anne ve babalarına bakma sorumluluklarına katlanmak istemiyorlar.
NÜFUSUN YARISI EMEKLİ
Halihazırda Japonya, dünyanın en yüksek yaşam süresine sahip bireylerin yaşadığı bir ülke. Neredeyse dört Japondan birisi seksen yaşın üzerinde. 2050 yılına gelindiğinde, nüfuslarının üçte ikisi 65 yaşın üzerinde olacak. Hepimiz biliyoruz, yaşlılar, gerek yaşa bağlı kronik hastalıklar gerekse ergonomik alt yapı ve yaşlı bakım elemanı vs. istihdamı gereklilikleri nedeni ile ülkenin sağlık sistemi ve ekonomisi için ciddi zorluklar ve yükler oluşturur. Hiçbir sosyal sigorta sistemi, nüfusunun neredeyse dörtte üçü yaşlı ve emekli olan kişilerin giderlerini karşılayacak denli büyük finans kaynaklarına sahip değil.
Yaşlı nüfus, Japon iş gücü rakamlarına da bariz şekilde yansımakta. 1960'larda nüfusun yüzde onunu bile bulmayan emekli sayısı şimdilerde neredeyse yarı yarıya. Kabaca belirtmek gerekirse, çalışan iki Japon işçi artık sekiz emekliyi finanse etmek zorunda! Sürdürülebilir olmadığı kesin!Genel olarak baktığımızda, nüfustaki yaşlanma ve aktif işgücü açığı sadece Japonya'nın bir sorunu değil.
Birçok gelişmiş ülke bu problem ile uğraşıyor ve milyonlarca göçmeni kabul ederek bir nebze de olsa konuyu çözüme kavuşturmayı başarmış görünüyor.
Japonya ise, kültürel kodlar bağlamında etnik olarak homojen bir ülke olma vasfı ile gurur duymakta! ABD ve AB, yılda milyonlarca göçmeni ekonomileri için artı bir değer çerçevesinde entegre ederken, Japonya'nın katı göçmen politkaları buna izin vermiyor.
200 YILLIK İZOLAYSON
Beş yüz yıl önce de, dönemin Şorunu Takugawa Ieyasu için en önemli kritik ve stratejik sorun, küçük bir ada ulusunun büyük imparatorluklar dünyasında nasıl yükselebileceği konusu idi! Önceleri oluşturdukları filolar ile dış dünyanın keşfedilmesi ve okyanus ötesi ticaretin getirdiği zenginlik, refahlarının, dolayısıyla nüfuslarını hızla artmasına yol açtı.
1700'lerde başkentleri Edo, dünyanın en büyük şehri haline geldi. Ancak, dışarıdan barut gibi iyi kullandıkları ürünler dışında gelen tüccar misyonerler beş yüz bin Japon'u Hristiyanlaştırınca işler değişti.
1614 ve 1637'de vergilere başkaldırı şeklindeki din soslu isyanlar sonrası tüm yabancılar adadan sürüldü ve Hristiyanlaşan nüfus tecrit edildi. Sonrasındaki iki yüzyılı bulan izolasyon, bugünkü Japonya'nın orijinalitesi olarak adlandırılan geleneksel çay seremonisinden kendine özgü mimarisine kadar bir çok özgün kültürünün oluşmasına yol açtı. Ancak 1853 yılında Amiral Perry komutasındaki ABD Donanmasının kendilerine çevrilmiş topları için bir savunmaları olmadığından, ulusal gururlarını incitici ticari tavizler içeren Kanagava Anlaşmasını imzalamak zorunda kaldılar. Kuşkusuz ulusal krizler ülkelerin tarihlerinde hep vardı ve kültürel güçleri, ulusal kimlikleri ve hayat görüşleri, onları değişik çözüm yolları için yönlendirdi. Pulitzer ödüllü yazar Jared Diamond'ın, Barış Baysal'ın çevirisi ile Pegasus Yayınevince 2019'da basılan 'Yükseliş - Krizdeki Uluslar İçin Dönüm Noktaları' kitabı, yukarıdaki bilgiler kapsamında Japonya dışında ABD, Almanya, Şili, Endonezya ve Avustralya'yı odağına alıyor ve bu ülkeler ile ilgili oldukça ilginç analizler yapıyor. İlgilenen okuyucularıma öneririm.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.