İnsanlığın para hırsıyla çarpık yapılaşmaya izin vermesi şehirlerimizin sonunu hazırlıyor. Her depremden, her fırtınadan, her sel felaketinden sonra benzer şeyler yazılıp çiziliyor ama hiçbir çarpıklığın önüne geçilemiyor.
Mevcut şehirlerimiz yapı stoğu ve sosyal donatı alanları açısından çok kötü durumda.
Deniz ve akarsuların yataklarına yapılan fiziki müdahaleler afetlerle mücadelenin önündeki en büyük engelleri oluşturuyor. Keza bir türlü bitirilemeyen altyapı sorunları da öyle. Madem nüfusumuz giderek artıyor, doğal afetlere daha dirençli kentler inşa edilmesi için adım atmamız gerekmez mi? Ama maalesef atamıyoruz. İzmir ve birçok şehrimiz hafta sonu ciddi bir taşkın felaketi yaşadı. İzmir özelinde her yağmurda yaşadığımız su baskınlarından çok daha fazlası oldu. Denizin yükselmesiyle şehrin sahil bandı sular altında kaldı. İnsan olmanın en önemli kıstaslarından biri hatalarından ders alması. Bu yanlış gidişatın önüne geçmek yerel yönetimlerimizin temel görevi ise artık harekete geçilmesi gerekiyor. Öyle Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer'in dediği gibi "Çamur, çukur değil mi çözülür" değil yani. O makamdaki bir için her afet bir sınav. Ve maalesef Soyer'in bakış açısı o makama yakışacak bir vizyon değil.
Tezle anti-tezin eş zamanlı yükselişi
Sokakların ırkçılık karşıtı sloganların yükseldiği bir dönemde garip gelişmelere şahitlik ediyoruz. İsrail'in Gazze'deki katliamlarına dünyanın birçok yerinde protestolarla tepki gösterilirken, özellikle Batı'da yönetimler, İsrail yanlısı tutumları ve Netanyahu hükümetine verdikleri destekler nedeniyle eleştiriliyor. Çünkü nihayetinde 'vicdan' sahibi insanlık, gözleriyle gördüğü vahşete, yıkıma, sivillere yönelik katliamlara karşı... Nasıl olmasın, binlerce bebek, savaşın parçası olmaması gereken anneler, babalar, yaşlılar katlediliyor.
İsrail eksenli dünya medyası ne kadar çarpıtırsa çarpıtsın, Gazze'den yükselen çığlıklar küreselleşmenin getirdiği teknolojik gelişmeler sayesinde artık illaki bir mecra bulup duyuluyor.
Keza sokaklara dökülen dünya halklarının sesleri de öyle... Onlar da hükümetlerin tüm susturma çabalarına rağmen susturulamıyor.
GÖRÜNTÜDE BÜYÜK TEZAT
Ancak başka bir taraftan bu genel görüntüye çok aykırı gelişmeler yaşanıyor. Irkçı söylemleriyle sivrilen liderler girdikleri seçimlerden şaşırtıcı bir şekilde zaferle çıkıyor. Ne büyük bir tezat değil mi? Tez ile anti-tez art arda yaşanması gerekirken aynı anda yaşanıyor.
Kendi arasında diller, dinler, ırklar ve renklerin giderek flulaştığı insanlık alemi, önlerine kendilerini yön verecek siyasal yönetimleri belirlemeleri için sandık konulduğunda tam da insanlığın geleceği için tehlikeli bulunan, farklılıkları keskinleştirmek isteyenleri tercih ediyor. Geçtiğimiz haftanın en dikkat çeken seçimleri tam da bu tezatlık nedeniyle Arjantin ve Hollanda'daki seçimlerdi. Dünyanın gözü hem 'Çılgın Javier' olarak anılan Arjantin'in yeni devlet başkanı Javier Milei, hem de Hollandalı Trump benzetmesi yapılan Geert Wilders'teydi. İkisi de ırkçı söylemleri, göçmen karşıtı politikaları dillendirmeleriyle tanınıyor.
AVRUPA'YA HIZLA YAYILIYOR
Irkçılığın yükselişi yalnız bu iki ülke için de geçerli değil elbette. Son günlerin gündeminde yer alan İrlanda'daki ırkçı gösterileri nereye koyacağız mesela? İrlanda, Gazze'de 7 Ekim'den bu yana yaşanan katliamlara Avrupa yönetimlerinin aksine en yüksek tonda tepki gösteren ülkelerin başında yer alıyor. Buna rağmen İrlanda sokaklarında şu sıralar ırkçı gösteriler sahnede. 20 yıldır İrlanda'da yaşayan bir göçmenin ilkokul çağındaki çocuklara bıçakla saldırmasıyla alevlenen protestolarda sokaklar yakılıp yıkılıyor. Tüm bu yaşananlar kurgulanmış bir senaryonun ürünü gibi. Ülkeleri, özellikle de Avrupa ülkelerini yakın gelecekte göçmen karşıtlarının eylemleriyle, ırkçı liderlerin söylemleri karıştıracak gibi görünüyor.