Aysun'la TRT FM'de yaptığımız ve Salı geceleri 22.00- 24.00 arasında yayınlanan radyo programımız var. Bizi telefonla arayanlarla ve elektronik posta yollayanlarla çok keyifli bir iletişim kuruyoruz. Dokuz aydır sürüyor ve daha hiç karşılaşmadığımız kişilerle çok hoş arkadaşlıklarımız oluştu. Çok da davet alıyoruz. Bir ucu Amerika'da Chicago'ya bir ucu Avustralya'ya uzanıyor. Çok sıcak, çok samimi davetler. Ve biz ilk kez bir daveti kabul ettik.
Bayram sonrası iki günlüğüne Bozcaada'ya gittik. Orada bizi dört gözle bekleyen gerçek bir sevgi adamıyla, entellektüel bir Robinson Cruse ile dost olduk. Dostluk öyle yıllar geçmeden de, insanlar birbirlerini seyahatte, içki sofrasında tanımadan da kurulabiliyor. Bazen bir sohbet, bir elektrik, bir bakış ve bir dokunuş da yetebiliyor. Gönül ve beyin ortak bir sinyal veriyor. Belki çok nadir, belki hayat boyu bir kaç kez. Ama oluyor işte... Bize de öyle oldu... Şimdi bizim Bozcaada'da bir İsmet abimiz var. Daha doğrusu sanki kırk yıldır ahbaplık ettiğimiz, tanıdığımız, güvendiğimiz ve sevdiğimiz bir abimiz. Candan bir dost, her şeyi paylaşabileceğiniz bir arkadaşımız...
İsmet Parpudar ile üç dört kez radyoda telefon bağlantısıyla konuşmuş sonra da bir kaç kez aramızda telefonlaşmıştık. Balıkçılıktan, bağcılıktan, şiirden, edebiyattan konuşurken anladık ki uzaktan muhabbet bizi kesmeyecek. "Tamam" dedik geleceğiz Bozcaada'ya. Ama Ağustos geçince İsmet bey umudu kesmiş, hatta bir sitem şiiri bile yazmış. Bozcaada'ya gittiğimiz günün akşamında sinaritlerimizi yerken mahçup bir ifadeyle bize okudu. Çok da güzel yazmış. Ama biz sözümüzü tuttuk ve ziyaretimizi gerçekleştirdik.
Yaklaşık 25 yıl önce balık avlamak için gitmiş Bozcaada'ya. 15 yıl önce tamamen yerleşmiş. Önce deniz çekmiş onu, sonra da toprak. Toprak daha baskın çıkmış. Mesleği edebiyat öğretmenliği. Yıllarca tekstil işi yapmış, kazandığı parayla kendine adadan toprak almış, gelmiş yerleşmiş. Eşi de kabullenmiş İsmet abinin yeni yaşam biçimini. Bursa'da bir kız bir erkek çocuk bırakmışlar yetişkin. Torunları var. Yılın on bir ayı Bozcaada'da, bir ayı Bursa'da geçiyor. Eşi kah orada, kah adada.
İsmet Parpudar'ın yaşı yetmiş. Bozcaada'nın en tanınan, en çalışkan, en güvenilen, sevilen ve saygı duyulan kişilerinden biri. Uzman bir balıkçı. Yarattığı, uyguladığı yöntemler Finlandiyalıların bile dikkatini çekmiş, konferans verdirmek üzere ülkelerine davet etmişler. Gitmiş İsmet abi. Anlatmış. Hayretlerle dinlemişler, öğrenmişler...
İsmet abi aslında Edirne Uzunköprülü. Çiftçi bir aileden geliyor. Dedesinin sır gibi sakladığı kayıtları bulmuş. Aklının pırıltıları ile aydınlatmış, hayata geçirmiş. Yetiştirdiği üzümler ve yaptığı şaraplar eşsiz güzellikte. Sadece kendisi ve dostları için. İşi ticarete dökmemiş. Çünkü ticarete dökerse o muhteşem sonucu çıkaramayacağını, bazı durumlarda taviz vermek zorunda kalacağını biliyor. O kendini kimseye kabul ettirmek derdinde değil. Yedi yıl uğraşıp domatesle armudun karışımından yeni bir meyve yaratıyor. Yüz yıl önce ki çekirdekten olağanüstü lezzetli bir kavun yetiştirebiliyor. Yediğimiz eşsiz karpuz, şimdiye kadar tatmadığım lezzette ki incir, beyaz patlıcan, sarı domatesler, incirden yaptığı ve " Tatmak için gelecek Ağustos'a kadar sabredeceksin" dediği çok özel likör onun eseri. Bir de reçelleri var tadına doyamayacağınız.
İsmet Harpudar bize Bozcaada'yı gezdirdi. Bir kaç arkadaşını tanıştırdı. Sibel'i, Arife'yi... Ben onları da anlatmak isterim, tabi ki Bozcaada'yı da... Yerimiz bitti... Haftaya...