Daha önceki 'İzmir tartışmaları'yla yaşanan söz dalaşına dönmeye niyetim yok. Ama kent yönetimindeki vatandaş rolümüzü savsaklayışımız yüzünden, bırakın sanat, kültür ve sosyal yaşam düzeyimizi çağdaşlığın gerektirdiği noktaya taşımayı, kentimizde ne yazık ki bir sokak adabının korunmasını bile sağlayamıyoruz. En büyük zaafımız rahatlık ve umursamazlık. Sorun gelip yakamıza yapışmadıkça, en küçük bir önlem için kılımızı kıpırdatmıyor, hiçbir çözüm yolu üzerinde birlikte yürüme refleksimizi geliştiremiyoruz.
Kim ne derse desin, çağdaş ve demokrasi toplumuna yönelik beklentilerimiz ile her şeyi başkasından bekleme anlayışımızın yarattığı kimlik çelişkisinden sıyrılamıyoruz. Sonra da kendi sorumluluğumuzu gerektiren noktalarda yaşadığımız aksaklıkların bir parçası değilmişiz gibi sadece şikayet ediyoruz.
Şu İzmir'de, en asgarisinden 'sokakta rahatsız edilmeden yürüme' özgürlüğüne bile sahip değiliz. Bir ara en büyük derdimiz kapkaç tehlikesiydi. Hüseyin Çapkın ve kadrosunun işbaşında bulunduğu dönemde sokak saldırılarının sıfır seviyesine inmesiyle bu dertten kurtulduk. Şimdiki Emniyet Müdürümüz Ercüment Yılmaz'ın da suça karışanlara aman vermeyeceği ortada. Huzur Timleri çatısı altında ayrı bir birim olarak görevlendirdiği 'Sivil Uyuşturucu Ekipleri' sayesinde, özellikle gençlerimizi zehirlemeye kalkışan madde satıcılarına karşı büyük bir savaş başlattı örneğin.
Ama bugün İzmirliler, sokaklardaki dilenci sürüleri yüzünden yolda adım atamayacak derecede rahatsızlık çekiyor. İnsanlarımız sokakta son derece diken üzerinde yürüyor olmasına rağmen, her zamanki gibi dertlerini gerekli yerlere bildirmedikleri için kimse durumun ciddiyetini algılamıyor. Ama bilesiniz kazın ayağı hiç de öyle değil. Geçtiğimiz gün Çankaya'daki gazetemizin önünde, sülale boyu dilenmeye çıkmış domuzdan daha sağlıklı bir dilenci tayfası, yalvarışlarına karşılık vermeyen bir kızcağıza ağız değiştirerek dikleniverdiler.
İzmir'in tüm semtlerinde ve en merkezi bölgelerinde, her adımınızda önünüze bir başka kafa uzanarak elini açıyor. Yerde oturtulanlar yetmiyormuş gibi, çoluk çocuk çevrenizi saran dilenci öbekleri arasından sıyrılarak ilerlemeye çalışıyorsunuz. Kimse bu sömürü dalgasına kapılıp acıma duygularını depreştirmesin. Gerçekten ihtiyacı olanlar zaten bu kadar terbiyesizce davranmıyor. Ama bu dilenci yoğunluğunun içindeki ihtiyaç sahiplerinin sayısı öylesine az ki ayırt edemiyorsunuz. Yüzde 99'u senden benden sağlam utanmazlardan ve başkaları tarafından dilendirilen talihsizlerden oluşuyor.
Adeta bir sektör doğmuş ve yetkililer nedense dilendirilen zavallı insanlar üzerinden getirim sağlayan bu odakların üzerine bir türlü gidemiyor. Ramazan bereketiyle, en işlek cadde ve sokakların fener alayını aratmayacak bir arsızlar yürüyüşüne sahne olması da olayın tuzu biberi. Üstelik en küçük bir terslikte, yalvaran ağızlar laf atmaya ve tahrik etmeye yelteniyor. Zaten çukurlarla dolu yarı modern bir görüntüden kurtaramadığımız İzmir'in çehresi, raptiyeyle monte edilmişçesine köşe başlarını tutmuş dilenciler yüzünden iyice çirkinleşiyor. Bu konuda belediye ve polis işbirliğiyle alınacak bir önlemin zamanı geldi de geçti bile.
Bir envanter hazırlansa, dilenci sayısı kentteki birçok meslek grubunu geride bırakacak. Çağdaş kent yönetimine yakışıyor mu hiç!