Hangimizin içi titremiyor, söz konusu çocuklarımız olduğunda? Hangi normal anne-baba için, çocuklarının başına gelebilecek bir kötülükten daha büyük acı olabilir? Bugün en küçük bir rahatsızlığında bile başında sabahladığımız, o öksürdüğünde kendi ciğerlerimizin parçalandığını hissettiğimiz evlatlarımızdan değerli bir hazinemiz var mı? Evimize giren bir hırsızın çalabileceği her türlü değerli eşyayı zaman içinde yerine koyma şansımız mümkündür. Bunu başarabilecek imkanlarımız olmasa bile, "Canımıza geleceğine malımıza gelsin" diyerek kendimizi teselli eder, bir süre sonra da bu olayı unutur gideriz.
Ya çocuğumuzu yitirdiğimizde? Canımızdan kıymetli bir parçanın söküp alınmasıyla yıkılan dünyamızın enkazını bir ömür boyu üstümüzden atabilir miyiz? Çocuğu ölen bir aile, elbette hayatta evlat acısından büyük bir keder olmayacağını söyler. Peki, bir de gözümüzden sakındığımız çocuğunuzun bir gün nedenini bilmediğimiz bir şekilde ortadan kaybolduğunu düşünün. Biliyorum, düşüncesi bile insanın aklını oynatmasıyla birdir. Gün geçtikçe haber alamayışın verdiği yürek ezintisi, zaman içinde tüm umutlarınızın tükenişi ve başına neler geldiğini bilemeyişiniz, çıldırma noktasındaki andır. Artık bırakın sağ dönmesini, ölü de olsa bulunması ve son kez sarılarak kendi elinizle toprağa vermek için dua edersiniz. Çocuğunuzun ölüsüne kavuşmayı bile 'avuntu' haline getirecek kadar vahşi bir acının pençesine düşer yüreğiniz. O kayıplara karıştığı ve bir daha haber alamadığınız zaman...
***
Bugün ne yazık ki böylesi bir kıvılcımla tutuşan ve içindeki yangın gün geçtikçe daha çok büyüyen ailelerin sayısı hiç de az değil. Toplumun kanayan yarası durumundaki 'çocuk kayıpları', hızla yenilerinin eklendiği bir kitlenin canını acıtmaya başladı. Bir çocuğun kaybolduğu ya da kaçırıldığı haberiyle sarsılmadığımız gün yok. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Kayıp Çocuklar Raporu'na göre, 15 Ocak 2008 tarihi itibariyle bin 446 kayıp çocuk bulunuyor. Emniyetin verilerine göre kayıp çocuk sayısının, 2009'un ilk 9 ayı sonunda bin 78'e ulaştığı söyleniyor. Rakam her yıl bir önceki seneyi ikiye katlayarak çoğalıyor.
Emniyet yetkilileri ve uzmanların bu konuda en çok uyardıkları kesim aileler. Çünkü çoğu zaman bir çocuğun ortadan yokoluvermesi, ailesinin ihmalinden veya evladını şevkatten mahrum bırakmasından kaynaklanıyor. Çocukların kaçırılmasında sırasıyla organ mafyasının, pedofili (küçük yaştaki çocukları cinsel yönden çekici bulma) vakalarının, fuhuş ve dilenci çetelerinin rolü önde geliyor.
***
Kimse kusura bakmasın ama, bu konuyu "Hırsızın hiç mi suçu yok" yaklaşımıyla değerlendiremeyiz. Hırsızın, uğursuzun, sapıkların ve çetelerin ne kadar suçu olursa olsun, burada sorumluluğun asıl yükü ailelerde. Elbette emniyet güçleri bir taraftan 'çocuk kaçırma' olaylarıyla ilgili çalışmalarını artırarak sürdürmeli ama bizim evlatlarımızı korumak için polisin alacağı önlemlere bel bağlama lüksümüz yok. Ateş düştüğü yüreği yakıyor. Bu yüzden çocuklarımıza sahip çıkma konusunda çok daha dikkatli davranmak zorundayız. Hainler en çok, ekonomik seviyenin düştüğü, aile içi şiddetin daha çok yaşandığı ve bireylerin birbirine karşı bağlılığının azaldığı yerlerde kol geziyor. Çünkü aile içinde huzursuzluk çeken çocukları kandırmanın, ilgisini çekmenin ve özendirmenin yolu çok kolay. İlgisizliğin yarattığı boşluk, her türlü belayı içine çekebilecek bir cazibe doğuruyor. Bu yüzden hem 'kendilerini ailelerine ait hissetme' duygusu yaratacak ilgi ve sevgiyi çocuklardan esirgememek hem de onların nerede olduklarını ve kimlerle yakınlaştıklarını her daim denetlemek gerekiyor.
***
Tabii ki, çocuğun dış dünyadan gelebilecek tehlikelere karşı gözünü dört açma bilincini geliştirmek de olası riskleri azaltmak adına önem taşıyor. Bizde aileleri gaflete düşüren en yanlış tutumlardan biri de, tanıdıklara karşı 'koşulsuz güven' duymak. Örneğin çocuğunu tanımadığı insanlardan gelecek tehlikelerden korumak isteyen bir anne, onu hakkında hiçbir şey bilmediği bir yakınına emanet edebiliyor.
Biz her tanıdığı ya da akrabamızı, kayıtsız güvenilecek insanlar zannediyoruz. Ne saçma. Akraba ya da komşumuz olması, evladımıza kötülük yapabilecek özelliklerden arındırıyor mu o kişileri? Bu tür yakınlaşmalara aldırmamakla belki de en büyük kötülüğü işliyoruz. Elbette tüm dünyayı düşmanca algılayalım demiyorum ama güven duygusu sadece bir kişinin komşu ya da akraba olduğunu bilmekle sağlanmaz. Çocuğumuzun yanında kalacağı insanları kişisel yönleriyle çok yakından tanımalı, huyu suyu hakkında fikir oluşturmalıyız. Unutmayın, çocuklara yönelik cinsel istismarda bulunanlarda akraba ve aile yakınlarının oranı hayli yüksek.