Prof. Dr. Sahiba Paktuna Keskin'e göre geleneksel yapıdan kopuk, kutu gibi evlerde, durmadan "hayır" denilerek büyütülen, bir noktadan sonra "her istediğini yapayım bari" anlayışıyla yaklaşılan çocukların "içine şeytan kaçmış" gibi davranması kaçınılmaz son
Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin... Televizyon ekranlarında sayesinde özellikle son bir yıldır ismine çok aşinayız. Pediatrik Nörolog olan Keskin'in söylemleri anne babalar kadar, anneanneler ve babaanneler tarafından da ilgiyle takip ediliyor. Çocuk yetiştirme konusundaki tavsiyeleri dilden dile dolaşıyor. Etkileyici konuşma tarzı ve karizmatik kişiliği ile yakaladığı ciddi hayran kitlesinin yanı sıra eleştireni de çok. Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, çocuklarla ilgili sorularımızla beraber bu eleştirileri de içtenlikle yanıtladı
-Çocuklara karşı hep sabırlı ve sevgi dolu kalmayı nasıl başarıyorsunuz?
Anlayınca çok güzel oluyor. Çocuğu anlamak, deşifre etmek gerçekten çok güzel.
Herhalde ses tonumdan, bakışlarımdan, bunu bir şov olarak yaptığımı düşünmüyorsunuz.
Bir de böyle anlaşılamayan bir şeyi anlamak çok güzel. İnsanın görmediğini anlayabilmesi çok özel bir şey, yani beynin bu alanını zihni anlamak... İnsanlar hep zekadan bahsederler ama zihin çok daha önemli bir şey. Görmediğini fark edebilmek, tahmin edebilmek, sizin beyninizin içinden geçenleri tahmin edebilmek benim gerçek ilgi alanım...
-İşin gizem çözme kısmı ile daha çok ilgileniyorsunuz sanırım...
Bayılıyorum. Bu zihin kısmı benim çok ilgimi çekiyor. Öğrenirken de müthiş keyif alıyorum. Bu da bana ayrı bir mutluluk veriyor.
-Anne kimliğinizi merak ediyorum. Bilmek yetiyor mu yoksa sizin bile çaresiz hissettiğiniz anlar oldu mu çocuk büyütürken?
Hiç çaresiz hissettiğim olmadı. Çok tadını çıkararak anne oldum. Ama kendimi yetiştirdim. Biliyor olmama rağmen iyi anne olabilmenin kurslarına da gittim.
-Uzmanken bir de kurslara mı gittiniz. İnanılır gibi değil..
Evet uzmanken de kursa gittim ve eve gelip orada öğrendiklerimi uygulamak için çaba gösterdim. Hatta bazen çuvalladığım da oldu, çocukların bunu fark ettiği de... Ama çok keyifliydi. Bu da bu yolculuğun bir parçasıydı. Görüyorsunuz burada ne kadar çok çocuk gördüm. Gece iki buçukta yattık, sabah 6 buçuklarda kalktık. Ama muhteşemdi. Hiç yorulmadım.
Yemek bile yemedim, akşamdan akşama yedik ama kötü hissetmedim. Mutluluğun tarifini bir yerde şöyle okumuştum; "Yaptığınız işten keyif almak". Herhalde bu enerji mutlu olmamı sağlıyor.
-Anne olmak çok zor bir karar ve geri dönüşü yok. Çünkü anne olduktan sonra "vazgeçtim" deme şansınız yok. Bu çok korkutucu. Nasıl anlarız hazır olup olmadığımızı? Her kadın anne olmaya uygun mudur ayrıca?
Bunu anne olmadan anlamak mümkün değil.
-Ya vazgeçersek...
Böyle bir şey olmaz. Çünkü hamilelikle birlikte beyinde yeni bir alan açılıyor ve buraya annelik alanı deniyor. ve bu alan sizi zaten anne yapıyor. Yani anne olmayı düşünmüyorsunuz oğa sizi anne yapıyor. Ama bazen bu alan küçük olur, bazen büyük olur. Bunu bilemem (gülüyor)
-Ama eğitim şart herhalde. Siz bile uzmanken annelik kursuna gittiğinize göre...
Eğitim şart derken, bugün eğitim şart. Çünkü biz geleneklerden, yani annelerimizden koptuk. Çünkü akademik gelişme ön plana çıktı ve biz okuma hayatına atıldık. Ev işlerinden olduğu kadar, geçmişten süzülerek gelen bilgilerden de koptuk. Hatta geçmişten gelen geleneksel davranışları da banal görmeye başladık. Soruların cevaplarını kitapta aramaya başladık.
Benim adımı çok duyduğunuzu söylediniz, esasında ben 30 senedir bu işin içindeyim. 30 yıllık birikimlerim bugün duyulma fırsatı yakaladı. Burada benim gözlemlerim şöyle: Ben annelerle anneanneleri yakınlaştırdım, bizi o kadar çok anneanne aradı ki. Torunumun size getirilmesini istiyorum dediler, hatta hamile gelinlerin kayınvalideleri randevu almaya kalktılar.
Bu insanlardan kopartılan gelenekleri tamamladığımı gördüm. Eski düşünceli miyim, hayır. Şöyle yorumluyorum: İnsanın kendini akademik çalışmalara vermesi ve geleneklerden kopması ile aradaki boşluğu bir parazitler ordusu doldurmuş. Bakın çok iddialıyım. Bu parazitler masa arkasından canlıyı anlatmaya başlamışlar. Tabiri caizse diyeceğim ama aynen böyle düşünüyorum, "Dünya tepsidir" demeye başlamışlar. Halbuki dünya küredir ama küreyi ben söylemedim; dünya küredir. Ben sadece küre olduğunu hatırlatıyorum.
-Dünya tepsidir diye iddiada bulunan parazitler kimler, bir örnek verir misiniz?
Bakınız bütün kitaplarda yer alan bir teoriden örnek vereyim Waller'in anneden ayrılma ve birey olma teorisinden söz edeyim size. Der ki; 5 yaşın sonuna kadar anneden ayrılamaz bebek ve kendisini annesiyle bir bütün olarak algılar. Bunlar kitapta yazar. Peki bu yaşa kadar çocuk anne ile kendini bir bütün olarak algılıyor ise siz nasıl ağlata ağlata ayrı odada uyut dersiniz? Ya bu teoriyi okumadınız, ya okudunuz algılayamadınız... Kıyıda köşede kalmış bir teoremden bahsetmiyorum ben. Ben size bu konuda temel teşkil eden kitapların en başında yazan teoremden bahsediyorum. Bunu okumamış olmanız mümkün değil. Eğer okumadıysanız bu işe başlamayın zaten. Ya da siz yanlış bir meal, yorum, tefsir mi yapıyorsunuz? Nasıl dersiniz ağlata ağlata okula ver, kararlı ol... ne diyor teorem? Çocuk 5 yaşa kadar anne ile kendini bir bütün olarak algılar diyor. Sen nasıl koparırsın onu? Dünya tepsi demek değil mi bu?
-Hazır konu buraya gelmişken, nöroloji uzmanı olarak psikiyatri alanına girmekle eleştiriliyor musunuz? Ya da bu iki alan arasında nasıl bir fark var?
Bu soruyu sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Şimdi bir beyin var. Siz beyine nörolojik açıdan da bakarsınız, pediatrik açıdan da bakarsınız, nöropsikiyatrik açıdan da bakarsınız... Her açıdan bakabilirsiniz. Ben çocuk doktoruyum, çocuk nöroloğuyum. 1992 yılında Visconsin Tıp Fakültesi Çocuk Nöropsikiyatrisi çalışmalarına katıldım. Anne karnında kokain almış bir bebekle ilgili araştırmalar yapan bir profesörün yanında çalıştım. Fare çalışmalarına katıldım. Nöropsikiyatriye o şekilde bulaştım. Nöropsikiyatri Türkiye'de yok biliyorsunuz. 2000 yılında Davranış Bilimi okumak için Florida Teknik Üniversitesi'ne gittim. Şimdi çocuk beyni konusunda, ben konuşmayacağım da kim konuşacak? Bunu istedikleri kadar eleştirsinler. Bakın şu noktada bir açık var: Bir bebek bozulunca psikiyatriste gitmez mi? Psikiyatrist bebeği nereden bilecek soruyorum. Ne zaman bir çocuk psikiyatristi bebek görecek de bilecek bebeği... Durum bozulunca gidecek hasta. Çocuk doktoru ise bozulmadan görecek. Fakat pediatride de bu konu yok. Ben bir bebek görüyorum ve davranışlarını anında çözüyorum dediğim zaman bu sefer de çocuk doktoru alınsın öyleyse. Sen görüyorsun da, ben mi görmüyorum desin. Ben öğretim üyesiyim. Çocuk doktoru yetiştiriyoruz biz. Ben çocuk nörolojisi dersleri veriyorum. Aynı zamanda çocuk doktoruyum. Bir pediatrist olarak, bir pediatristin neyi bildiğini, neyi bilmediğini ben çok iyi biliyorum. Bu çocukları çocuk doktoru kaçıracak gözden, çocuk psikiyatristi hasta olunca yakalayacak. Peki bunları hasta olmadan kim görecek? Ben bunu söylüyorum. Bu eleştirileri aynen geri iade ediyorum ve bunu sorduğunuz için de çok teşekkür ediyorum. Ben psikiyatrinin alanına girmiyorum. Canım isterse de girerim. Çünkü gayet iyi biliyorum beyni. Hatta şimdi 7 milyon yıl önce beyin nasıldı onu merak ediyorum. Şimdi paleoantropologlarda mı kızacaklar bana. Ben okuyorum, okuduğumu da söylüyorum. Benim kadar güzel söylesin, herkes söylesin. Bu kadar.
-Günümüzde "çocuk odaklı aile" kavramı çok tartışılıyor. Bu tür ailelerde çocuk ne derse o oluyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu tabloyu?
Ben hem çocuk büyüttüm, hem de çocuk büyütülmesine katkım oldu. 30 yıldır büyüttüğüm çocuklar bana çocuklarını getirir oldular. Yani böyle bir geçmişim var. Ben hep "Çocukla aynı frekansa geçin, çocukla frekansınızı karıştırmayın" dedim. Bence çocukla frekans karışmaya başladı ve bu noktada da çocukların içine şeytan girmeye başladı. Çünkü çocuklar kutu kutu yerlere sıkıştırıldı, "hayır"larla büyütülmeye başladılar. Tabii ki dengeleri bozdu. Sonunda da aile mecbur kaldı ne derse yapayım demeye. Hatta yapamıyorum, başaramıyorum demeye başladı. Gerçekten de içine şeytan girmiş gibi çocuklar geliyorlar ve bu çok ilginç.
-Belki kötü bir benzetme ama son zamanlarda o kadar çok duydum ki "İçine şeytan kaçmış çocuklar" tanımlamasını, şu an hayretle dinliyorum sizi...
Aynen, şeytan kaçıyor çünkü... (gülüyor) Çünkü insanlar doğadan uzaklaştılar. Ben anne ve çocuğun aynı frekansta olmalarını öneriyorum. Bakın şöyle bir algı var: Ben çocuğu şuna şuna alıştırayım. Bir şey oluyor, çocuk yapabiliyor anne "Çünkü ben alıştırdım" diyor ya da tersi durumda "alıştıramadım" diyor. Diyelim ki çocuk sallanarak uyuyor. Anne "Ben onu sallanmaya alıştırdım" diyor. Çocuğu hiçbir şeye alıştıramazsınız! Olmayan bir mekanizmayı erkenden ortaya çıkartamazsınız. 3 aylıkken yürütün bakayım. Ne alıştırmadığınız için bir şey olmaz, ne de alıştırdığınız için bir şey olur. Mekanizma vardır, zamanı gelmiştir, olur. Anne ve çocuk aynı frekansta yol alır. Frekans kaçırmayın yeter. Bir örnek vereyim. Bir yaşında bir çocuk, dünya tatlısı... İÇine şeytan kaçmış denenlerder.... Annesinin koluna dişlerini geçirmiş, sündüre sündüre uzatıyor. Anne ayrı odada yatırmaya, sütünü kesmeye kalkmış.. Hayır dedim memeye geri dönüyorsun ve aynı odada yatmaya başlıyorsun. Bir ay sonra ısırma falan kalkmış, her şey gayet güzel. Bunun adı çocukla aynı frekansa girmek.
Çocuğun içinde varsa "okuma" deseniz de okur!
-Çocuğu hiçbir şeye alıştıramıyorsak, okuma alışkanlığı da mı kazandıramayız?
Bakınız şimdi kitap okumak da sevdirilmez. Bir çocukta okumak, anlamak, akademik fonsiyonlar, dikkat, hafıza, sözcüklerin kaydolduğu beyin alanları, yorum yeteneği vs... Bunlar mevcutsa o çocuk okur. Okuma deseniz gene okur! Ama çocuğunuzun bu yetenekleri yoksa, isterseniz siz akademisyen olun, sabahtan akşama kitap okuyun, gene sevdiremezsiniz. Bir de çocuğun okuyup anlayacağı, mutlu olacağı kitaplar sunmuşsanız, ondan bir ödül alıyorsa çocuk okur.
Anneler önce bu üçü: Uyut, besle, temizle!
-Çalışan anneler suçluluk duygusundan nasıl kurtulacak? Eve yorgun ve enerjisiz gidiyorsunuz, çocuk ilgi, oyun ne varsa istiyor...
Oyun değil ama beraber olmak ve ihtiyaçlarını karşılamak önemli. Anne üç şeyi aksatmayacak: Uyutmak, beslemek ve temizlemek. Oyun yok burada. Oyun da bir ihtiyaç tabii ki. Ama ondan daha temel üç tane şeyi yap sen, vakit kalırsa oyna. Ama kalmazsa da kendine vakit ayırabilirsin. Oyunu baba da oynayabilir.