Şizofreniyi, 'En uzak ülke, zihnin en uzak yerleri' şeklinde tanımlayan Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Levent Mete, 'Şizofreni Müzesi' adını verdiği romanı ile hastalığın bilinmeyenlerine ışık tutuyor. Heyecan verici kurgusu ile bir edebi eserden bekleneni fazlası ile veren roman, hem ülkemizde hem de dünyada bir ilk olma özelliği de taşıyor
Levent Mete, son romanı "Şizofreni Müzesi" ile psikiyatrinin en popüler konularından birine değiniyor. Edebiyatla psikiyatrinin iç içe geçtiği bir yaşam süren Doç. Dr. Levent Mete, bir anlamda kalemini insan ruhunun derinliklerinden besliyor. "Şizofreni-En Uzak Ülke", "Depresyon: Hüzünden Melankoliye" adlı başvuru kitaplarının yanı sıra "Sokaktan Geçen Dünya" adlı bir deneme kitabı ve "Aşk Romanları Yazan Adam", "Terapi", "Büyücüler", "Rika'nın Beyninde" ve "Aşk Hastalığı" adlı romanların da yazarı olan Mete, okuyucusuyla bu kez "Şizofreni Müzesi" adlı romanla buluşuyor. 20 yılı aşkın süredir şizofreninin tedavisi ile uğraştığını belirten Mete, "Hekim olarak uzun yıllar boyunca şizofrenideki düşünce süreçleri, konuşma, algılama özellikleri konusunda araştırmalar yaptım. Bir taraftan edebiyat, bir taraftan şizofreni ile bu kadar ilgili olunca bu romanı yazmak kaçınılmaz oldu ve yazdım" diyor. Röportaj sırasında bir ara söz, hastalıkla ilgili ilk kitabı "Şizofreni-En Uzak Ülke"den açıldığında ise şunları söylüyor: "Kitabımın isminin esin kaynağı fantastik yazar Ursula Le Guin'in "En Uzak Sahil" adlı kitabıdır. Şizofreni de bu tanıma çok uyuyor aslında. En uzak Ülke, zihnin en uzak yerleri, bilinçten çıkıp bilinçdışının köşelerine çekilme gibi bir şey..."
-Her yazarın psikoloji bilgisine sahip olması gerektiği düşünülürse, psikiyatri uzmanı olarak çok şanslı hissediyor olmalısınız..
Yazarken değil. Çünkü yazmak, çok kontrollü bir şey değil. Yazdığınız şeyler tamamen sizin denetiminizde ise o zaman edebi metin olma özelliğini kaybetmeye başlıyor. Yazdıklarınızın kendi gücü olmalı. O güç, zaten bilinçaltınızdan beslenen bir güç. Roman size karşı da gelmeli. Siz kahramanı bir yöne gönderirken, farklı bir yöne de gidebilmeli. O yüzden psikiyatristliği bir kenara koymanız gerekiyor. Psikiyatri bilgisi belki en sonunda yaptığınız işe bakarken, sağlama yaparken işe yarıyor...
-Kahramanınız Cengiz Manga'nın nasıl bir hikayesi var?
Cengiz 30 yaşına yaklaşan, tıp fakültesinde öğrenciyken hastalanmış, aslında bir zamanlar çok okuyan, entelektüel ilgileri olan bir gençken, hastalığın elinde giderek kayıplara uğramış, okulunu bırakmak zorunda kalmış biri. Ki, bu az rastladığımız bir hikaye değildir şizofreni ile ilgilenen hekimler olarak. Aileleri de genellikle bu durumdaki insanlara elinde bir işi olsun diye ufak tefek işler açarlar.
Cengiz Manga'nın da Kemeraltı'nın bir pasajında bilgisayar tamiri ile uğraştığı küçük bir dükkanı var. Pasajda başka dükkanlar ve kişiler, onlarla ilişkileri var. Bir de annesi var. Babası ölmüş. Romanda zaten ortaya çıkıyor nasıl öldüğü. Cengiz bir yandan bu hayatı yaşarken, diğer yandan kafasında hastalığın getirdiği dünyayı yaşıyor. Bu iki hayat, zaman zaman iç içe geçiyor. Böyle bir hayat sürerken bir gün internette 'Şizofreni Müzesi' adında bir oyun sitesi ve bazı sorular çıkıyor karşısına. Önce bu sorularla muhatap olmaya başlıyor...
ÜST ÜSTE BİNMİŞ İKİ FİLM GİBİ...
-Kitabı okuyan biri olarak, bundan sonrası için 'oldukça merak uyandırıcı' diyebilirim. Beklemek, sonucu merak etmek.. Cengiz'in bu gerilimi okura da geçiyor. Öte yandan, doğrudan olmasa da okura sorulan sorular da farkında olmadan bir öğrenme süreci başlatıyor şizofreni ile ilgili...
Bir tarafı dediğiniz gibi merak uyandırsın, bir taraftan da didaktik olgular kurgunun içine tam olarak girmesin istedim. Bu bir macera kitabı. Ama bir başka açıdan bakarsanız şizofreni üzerine bugün bilinen her şeyi okumak mümkün. O maceranın içindeki fon eşliğinde hastalık nasıl oluşuyor, sebepleri, tedavisi nedir, nasıl seyreder, insanı nelere götürür, yakınları neler yaşar.. Yani şizofreni ile ilgili yazılmış bir bilimsel kitabın tümünü farklı bir fon üzerinde okuyucuya sunmaya çalıştım.
-Psikiyatrinin en popüler, en çok merak edilen konu başlıklarından biri şizofreniyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Önce bir psikoz şizofreni. Gerçekle bağları kopuyor kişinin. Ve bu psikoz belli bir süre devam edince 'şizofreni' adını veriyoruz. Tamamen farklı bir şeye inanıyorsunuz ama bunun gerçekliğine de tam olarak ikna olmuş durumdasınız. Hiç kimse de sizi bundan vazgeçiremiyor. "Karşı komşu, karakoldaki polis ve vali arasında bir kumpas var. Beni takip ediyorlar, öldürecekler" dediğinizde, yakınlarınız "Olur mu öyle şey" diyor. Doktorunuza da aynı gerçeği anlatıyorsunuz. Bu bir sanrı sistemi. Bazen kulağınıza sesler geliyor. Konuşan insan sesleri örneğin.. Rüyanın gözü açık devam etmesi gibi bir süreç başlıyor. Ve buna tamamen inanıyorsunuz. Bu seslere, dışarıdan bakılınca acayip gelen düşüncelere inanıyorsunuz ve gerçek dışı bir dünyaya doğru kaymaya başlıyorsunuz ama tam olarak onun içine de girmiyorsunuz rüyada olduğu gibi. Bir tarafınızla da bu dünyayı görüyorsunuz: Bu duvarlar, bu insanlar, yakınlarınız, işiniz gücünüz... Sanki üst üste binmiş gibi. Sanki bir film, projektörle günlük hayatın üzerine düşürülmüş gibi o filmi ve hayatınızı iç içe yaşamaya başlıyorsunuz. Bazen düşünceleriniz de birbirini takip edemez oluyor. Kelimeler kopuyor, araya çağrışımlar giriyor... Dinleyenler sizi anlayamaz hale geliyor. Hastalık sürdükçe dünyayı anlamaz, ilgisiz, donuk, kendi iç dünyasının hayallerine dönük, kapalı kutu bir insan haline geliyorsunuz.
SESLER, GÖLGELER...
-Şizofreni nasıl bir yalnızlığa itiyor insanı?
Tamamen dünyadan yalıtan bir yalnızlık. Siz kendi hayal dünyanızın içinde yaşamaya başladığınız zaman, hayal dünyanız da dış dünyaya karşı sizi sarmaya başlıyor. Etrafta tehdit eden sesler, takip eden gölgeler, şüpheli insanlarla yaşayan birisi, yakınlarının ilgisine ne kadar cevap verebilir? Siz mesela, dışarıda makineli tüfekle sizi öldürmek üzere bekleyen üç kişi olduğuna inansanız bu röportaja ne kadar kendinizi verebilirsiniz? Sürekli gözünüz dışarıda olur, masanın altına sinmeye çalışırsınız.. Yani gündelik hayatla bağdaşmayan bir tanımı var şizofreninin.
İKİ BİÇİMDE ORTAYA ÇIKAR
-Şizofreni birden mi ortaya çıkar, yoksa önceden ipuçları ile kendini belli eder mi?
İki biçimde de olabilir. Mesela çocuk daha ilkokuldayken de biraz tuhaf olabilir. Arkadaşlarından uzak, bahçede tek başına oturan, beklenmedik şakalar yapan, anne babaları "Acaba çocuğumda bir rahatsızlık mı var" diye endişelendiren çocuklar... Bu çocuklarla ilgili bir soru işareti her zaman vardır tabii. Şu anda biz bunu bir çocukluk krizi olarak izliyoruz ama düşük ihtimal, böyle yüz tane çocuk izleniyorsa içlerinden bir tanesi, sonunda psikoza girecektir. Bu olursa daha kötü. Yani yavaş yavaş gelen bir psikoz daha kalıcı olabilir. Bazen de her şey yolunda giderken, mesela 30 yaşındaki bir adam bir sabah kalkıyor ve "Karım beni zehirlemeye çalışıyor, öldürecek" diyor mesela. Ya da birden kulağına "Takiptesin, dikkat et" diyen sesler gelmeye başlıyor. Bu türden ani ortaya çıkan psikozlar genelde daha iyi seyrediyor. Hızla ortaya çıktığı gibi hızla yatışabiliyor.
-Tedavi ile şizofreniden tamamen kurtulmak mümkün mü?
Kabaca şöyle: Şizofreni tanısını almış her üç kişiden biri, ilaç tedavisi ve psikoterapi ile normal hayatına dönebilir, yani tamamen düzelebilir. Üçte biri ne yaparsanız yapın tedaviden yarar görmüyor ya da çok az yarar görüyor. Üçte biri de ortada. Ama en azından üçte bir hastayı oldukça düzeltip normal hayatına döndürebiliyoruz.
-Şizofreni kişiyi hastanede tutmayı gerektirecek kadar tehlikeli olabilir mi?
Bazen. Hastalığın iyice alevli döneminde kişi kendisine zarar verebilir. Mesela devamlı takip edildiğini düşünüyorsa düşebilir, bir yerden atlayabilir.. Gerçeğe değil de gerçek dışı bir şeye göre davrandığı için o dönemde bazen yatış gerekebilir. Bazen umutsuzluğa düşebilir kişi. İntihar düşünceleri olabilir. Bazen de intihar düşünceleri böyle bir umutsuzluktan değil de hastalığın getirdiği düşünce sisteminden dolayı ortaya çıkabilir. Mesela "Şuradan atla, kendini kurtar" gibi bir mesaj gelebilir, ya da şeytanı yok etmek için evini yakabilir kişi.. O nedenle böyle riskler gördüğümüzde kendine veya başkalarına zarar verebileceği yönünde bir düşüncemiz varsa yatış kararı veriyoruz. Kişi kendisi ve çevresi için daha ılımlı bir hale gelince de çıkarılıyor. Ama asıl tedavi, kişi evindeyken, hayatın içindeyken olmalı.
KARTLAR YENİDEN KARILIYOR!
-Hasta yakınları açısından bu tür alevlenmelerin ne zaman olacağını bilememek ve her zaman tetikte beklemek de zor olsa gerek...
Zor ama şöyle bir durum var: Bu alevlenmelerin en önemli sebebi ilaçların bırakılması.
Çünkü ilaçla düzelme büyük ölçüde sağlanıyor. Hastalarımız tedavi ile normal hayata, işine geri dönebildiğinde "Nasıl olsa iyi oldum. İlaçları bırakayım" dediği anda bütün kartlar yeniden karılıyor. Yeniden sesler duyuyor, düşünceler başlıyor, işini kaybediyor, hastaneye yatıyor, aile darmadağın oluyor... Yeniden toparlanıp eski haline dönene kadar bazen yıl geçiyor. Bu yüzden ilacı hiç kesmemek gerekiyor.
-Şizofreninin daha çok zeki insanlarda görüldüğü doğru mu?
Hayır. Daha çok zeki, eğitimli ve başarılı insanlar bu hastalığa yakalanıyor diye bir şey yok. Hastalar arasında böyle olmayanların varlığı da azımsanamayacak kadar çok çünkü.
-Şizofreni erkeklerde daha sık görüldüğü için mi kitabınız için bir erkek kahraman seçtiniz?
Aslında kadınlarda da erkeklerde de hemen hemen eşit oranda görülen bir hastalık şizofreni. Ama erkeklerde daha kötü seyrediyor.