Biliyorsunuz, elektrik faturalarındaki kayıp kaçak kullanım bedeline alaturka bir çözüm bulundu. Bu ücreti artık sizden tahsil etmeyecekler, desem mantıklı olurdu, öyle değil mi? Evet ama mantık ili, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer almıyor. Çözüm şu! Yine bu bedel tahsil ediliyor ama faturada gizleniyor.. Göz görmüyor, gönül okey veriyor (!)...
Şimdi gel de Haluk Bilginer'in verdiği bir demece katılma! Bilginer, 'Bu millet Zeki Müren'dir.' diyerek, Zeki Müren'in ne kendisinin ne de hayranlarının asla dile getirmediği cinsel tercihinden dem vurmuş. Bu tercihler rahmetlinin sanat güneşini balçıkla sıvayabilir mi? Asla. Zaten Bilginer'in amacı da bunu vurgulamak değil. O, aslen homofobik bir toplum olduğumuz halde bu dile getirilmeyince ya da bize dokunmayınca sorun olmadığını vurguluyor. Miş gibi yaşadığımızı haykırıyor. İkiyüzlülüğümüzden dem vuruyor. Ne yazık ki sanatçıya katılıyorum.
Bir şeyin aslı varmış gibi konuşulması, gerçekleşmiş olmasından daha kötü! Misal, senin için hırsızdır, diyorlar. Herkes böyle biliyor, ama sen cebin delik geziyorsun. İşte o zaman sinirlenmeye başlıyorsun. 'Ulan, madem herkes böyle bilecek ve ben toplum nezdinde hüküm giyeceğim, neden çalmadım? Niye yoksul ve perişanım? Bari bu sözleri hak etseydim. 'Kim, kendisine hırsız denmesini ister ki? Hırsız bile arzu etmez. Ama, gel gör ki, size bunu dedirtirler...
Eski cemiyet kültüründen kalma ketum davranışlar, el alem ne der, kültüründen gelir. Fakirin elindeki tek ekmek şeref olunca, mahalleli şerefi her şeyin üzerinde kutsar. Kapalı toplum, kolun içinde kırıldığı yen koduyla işler.
Hemen hemen bütün türkülerimizde cinsellik yaygın motiftir. Halime'yi samanlıkta basmış, çamaşırını gül dalına asmışlardır. Repertuvarlarda 'Kaytan bıyıklarımı sürsem nerelerine' şeklinde geçen türkünün, makaslanmamış haliyle nasıl olduğunu belki kafiye hesabıyla çıkarabilirsiniz. Köy çocukları, cinsellikle şehirdeki yaşıtlarından çok önce tanışır, ama bu dile getirilmez. Dile getirilirse, namus ya nikahla, ya da kanla temizlenmek zorunda kalacaktır.
Türk sanat müziğimizin güfteleri, zaman zaman bir erkeğin bir erkeğe duyduğu aşkı gizler bağrında. Sorun eşcinsellik olgusu değil, cinsel kimliğiyle barışan eşcinselin toplumdaki yerini ve haklarını talep etmesidir aslında... Cinsel kimliğini dışarıya taşımayan, bir erkek ya da kadın gibi davrananların çoğu toplumda kabul görürken, kimliğini dışa vuranlar derhal dışlanır. Sözün özü, eşcinsellik değil, bunun teşhiridir aforoz edilen. Örnek gösterilmemeli, yüceltilmemelidir. Yoksa kim ne halt ederse etsin'dir.
Dedik ya, bir şeyin var olması mıdır, dile getirilmesi midir asıl sorun? Sözgelimi, askerin koşu sırasında ciğerlerini açmak için söylediği 'Yaylalar' türküsündeki cinsel ayrımcı ifadeler ('Komşu kızını zapteyle'/ 'Sarışın esmer farketmez, piyadeler affetmez') çıkarılacak, kullanılmayacakmış. Pek hoş !!! Hanımlar beyler, bu sadece semptomatik tedavidir, dostlar alışverişte görsündür, sorunun asıl çözümü değil...
Tuvalete bir başkasının evinde girdiğimizde herkes, ne yaptığımızı bilmiyormuş gibi davranır, biz de bu kuralı bozmamak için ya kabız olur, ya da musluğu sonuna dek açarız ki, popomuz gecenin solo konserinde alkışlar eşliğinde çıkmasın sahneye...
Gittiğimiz restoranda birbirine 'la oğlum diye hitabeden garsonlar, ya da mağaza tezgahtarları, bizim önümüzde büyükelçi olur, 'Hasan beye, Sacide hanıma evrilirler.
Ayıplarımızı örtmeye öyle çaba ve zaman harcarız ki, atılım yapacak ve iyi yönlerimizi ortaya çıkaracak mecalimiz kalmaz.
Sonuçta bizim memlekette her şeyi yapmak serbest, ilan etmek yasaktır. Sendika kurar, sendikal hak zor alırsınız. Parti kurar, kafanıza göre yürüyüş yapamazsınız. Başkanı olan cumhurun bu ülkede sözü geçmez. Milleti ise vekilinin emrinde düğmeleri ilikli olan bir ilginç coğrafyanın çocukları olarak kalırız. Rakı sofrasında memleket kurtarırız. Mış gibi yaşar, ama gerçekten ölmeyi beceririz. Biz, iyi ölen, ölmesini bilen milletiz. O yüzden edepli, o yüzden kahraman bir ulusuz. Kendimiz dışında tüm dünyaya faydamız var, inanın. Ama, amacımız bu mu? Kendimizi olduğumuz gibi kabul edemeyecek miyiz?
Avrupa milleti yaşlı nüfusuna ve bize göre bozulmakta, erozyona uğramakta olan değerlerine rağmen neden hala muasır medeniyet diye anılıyor, biliyor musunuz? Çünkü kendi pisliğiyle bile barışmıştır. Yellenme sesinden saklanmayan millettir. Ne zaman tuvalette musluğu nedensiz yere açmayacağız, Avrupalıyla kendi stilimizde, eziklik duymadan görüşeceğiz, bakın o zaman dünyada bizi tutabilen var mı? Yani Zeki Müren miyiz bilmiyorum ama biz böyleyiz.. Keşke sadece Zeki Müren olabilsek! O zaman inanın çelişkilerimiz daha az olurdu...
Zede- zade
İki ek var ki eski dilden miras, onları halen kullanıyoruz. Zade ve zede ekleri... Öğrencilerime hep ikisi arasındaki farkları öğretir, hem de tembih ederdim; biri, asla diğerinin yerine kullanılamaz, diye... Mecburen fikrim değişti!
Bir kelimenin sonuna gelen 'zede' eki, 'zarar gören, bir şeye maruz kalan' anlamı verir. Güncel örnek: DEPREMZEDE ( Depremden zarar gören)
Bir kelimenin sonuna gelen 'zade' eki, 'oğlu, soyu' anlamındadır. Yani, Urgancızade dersek, Urgancı ailesinin oğlu demiş oluruz. Bu konuda da akla gelen ilk örnek şudur: PAŞAZADE (Paşa çocuğu)
Durum böyle olmasına böyledir de, aynen savaş zamanı zenginleri gibi kriz dönemlerinden zengin olanları biliriz bu ülkede. Deprem de bu konuya istisna oluşturmaz. Malesef bugün, DEPREMZADE'lerden bahsedebiliriz rahatlıkla...
Daha da tuhafı, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde gözaltına alınan paşalar dolayısıyla mağdur olan aile ya da telefonda paşayla konuşurken yakalanıp soruşturma kapsamına alınan üçüncü şahıslar için de PAŞAZEDE (Paşaya maruz kalan, paşadan zarar gören) deyimini üretebiliriz. Hay Allahım yaa, güler misin ağlar mısın?