Psikolojide, beynin başına gelen olumsuz olayları legalize etmek, yani aklamak için kullandığı bir yöntem var... Yaşadığımız travmanın kötü etkilerine katlanabilmek için beynimiz o olayı normalleştiriyor, olağanlaştırıyor.
Stockholm sendromunda bankada rehin kalan kişilerin bir süre sonra soyguncu ile empati kurduğu ve kendilerini ona yakın hissettiği gözlemlenmiş. Böylelikle rehin alınan kişilerin kendilerini bir rehineden çok destekçi gibi gördükleri ortaya çıkmış.
Yine psikiyatri uzmanlarının gözlediği vakalarda; geçimini bedenini satarak kazanan kadınların büyük bir çoğunluğunun küçük yaşta tacize ya da tecavüze uğradığı bildirilmiş. Bu travmayı yaşayan genç kız, olayın etkilerini atlatabilmek için derhal cinsel ilişkiyi hayatının bir rutini haline getiriyor. Hele bir de bu para kazanma yolu haline gelince, sorunlu cinsel anılar sıradanlaşıyor, gündelik bir olay haline geliyor. Böylece mağdur genç kız, akli dengesini koruyor.
Legalleştirmeyi gündelik hayatımızda da bir savunma psikolojisi olarak kullanıyoruz.
Özellikle birdenbire erkek gibi konuşmaya başlayan genç kızların günübirlik ilişkiler yaşadıklarını farkettim. Düzgün bir ilişki kuramayan, bunun yerine gecelik beraberliklerle yetinen ancak yetişme yapısı bu ilişki türü ile bağdaşmayan genç kızlar, erkek gibi konuşmaya başlıyorlar. Bunun ne faydası oluyor? Günübirlik ilişki daha çok erkeksi bir eylem olduğu için kız, bir erkeğin yaşam tarzını taklit etmeye başlayarak konumunu kendi zihninde aklıyor. Yani aslında farkında olmadan ikinci bir kimlik yaratıp onun ardına saklanıyor. İnanmadığı bir şeye sarılıyor.
Bir şeyi farkettiniz mi? İnsanın berberde, manikürde, ağda yapılırken, diş hekimi koltuğunda çenesi çok açılır. Bazı kadınlar kimseye söyleyemedikleri şeyleri kendilerine hizmet veren kişilerle paylaşmaya başlar. Tabii özellikle kuaför ve bakım salonlarında yapılmış bu itiraflar hızla yayılır.
Neden böyle yapıyoruz? Çok basit! Bana kalırsa bu da Stockholm sendromunun gündelik hayata yansıması! Beden dili uzmanları kişinin çevresinde bulunan görünmez alanlardan bahsederler.
İnsan ilişkilerinin ölçüsünü dört alan belirler. Herkesin bulunabildiği genel alanımız, tanıdığımız insanların yer aldığı sosyal alanımız, yakın tanıdıklarımız ve iş arkadaşlarımızın yer aldığı kişisel alanımız ve sadece aile bireylerimiz ya da sevgilimizin girebildiği 30- 45 cm. arasındaki mahrem alanımız... Bir yabancının mahrem alanımıza girmesi bizi fazlasıyla rahatsız eder. Asansörlerde bu kadar gerilmemizin ve hepimizin kapıya dönük ve sessiz durmasının sebebi budur.
Biraz önce bahsettiğimiz özel hizmetler (kişisel bakım, diş hekimi, vs...) hep mahrem alanımızda gerçekleştirilen görevlerdir. Vücudumuz bundan fazlasıyla tedirgindir. Bu gerginliği aşmak için beyin, dil ile işbirliğine giderek kendisi ile ilgili özel bilgileri deşifre etmeye başlar. İstemeden de olsa özel hayatınızı bu görevliyle paylaşarak onu yakınlarınız arasına çekersiniz. Profesyonel bir kuaför zaten daha ilk günden bu yakınlığı kurmaya başlar.
Bir psikologdan yardım almak, çoğumuzun egosunun zor kabullendiği bir gerçek olsa da batı ülkelerinde çok yaygın, utanılmayacak ve kuaföre gitmek kadar sık yapılması gereken bir iştir. Çok yakın bir arkadaşımın deyimiyle, 'neden en mahrem şeylerimi bir arkadaşımla paylaşayım? Elbette o da iyi niyetlidir ama nihayetinde bir profesyonel olmadığı için beni çoğunlukla yanlış yönlendirir.'
Bu söze tamamen katılıyorum . Çoğunluğu borderline hastalığı( sınırda kişilik bozukluğu) yaşayan insanlarla çevriliyken neden kuaförümüz yerine özel bilgilerimizi psikoloğumuzla paylaşmıyoruz ki?
(Bu yazıyı hazırlarken neden mi ilham aldım? Kız arkadaşım saçını boyatırken söz dönüp dolaşıp bana geliyor. Ağırlıklı olarak kadınlar ve ilişkiler üzerine yazdığımı duyan kuaför, istemeden şunları söylemek zorunda kalıyor: 'Bunca yıllık kuaförüm, binlerce kadın tanıdım. Hepsinin de sırları vardır bende. Ben BİLE kadınları daha çözemedim. Eğer o çözdüyse, pes! Sakın karşıma rakip dükkan açmasın, beni batırır...')
Allah düşürmesin!
Geçtiğimiz hafta Avcılar metrobüs son durağı, hat çalışmaları kapsamında kapatılınca yerine aktarma durağı yapılmış. Aktarma yapılan duraktan D-100 Karayolu'na bir üst geçit bağlantı kurulmuş. Çalışmalar henüz sonuçlanmadan yolcular bu üst geçidi kullanmak zorunda kalmış.
Metrobüslerden inen yolcular, söz konusu yeni üst geçitte yoğunlaşınca, üst geçidin hemen yanındaki üzeri saçla kapatılan beton çukur, üzerindeki ağırlığı kaldıramayarak çökmüş.. Onlarca yolcu bir anda 2 metre derinliğindeki çukura düşmüş. Allahtan, olayda ölen ya da yaralanan olmamış.
Dünyanın neresinde uyarı levhaları olmadan böyle bir tadilat, düzenleme yapılır? Sorumluları kimse, bu duruma en uygun yakıştırmayı yapmaktan kendimi alamıyorum: Aşağılık değil, çukursunuz, çukur!
Facebook'tan...
Marco Çetin: Düzenli bir ilişki istiyorum. Sabah 8, akşam 5! Cumartesi Pazar tatil olsun...
Fazıl Hüsnü Çakıroğlu: Tecrübe zalim bir öğretmendir. Önce imtihan eder, sonra öğretir.
Elif Ayten: Güneşin doğuşuna hiç şahit olmayanlar, batışını romantizm zanneder.
Ayhan Keçeli: Eski sevgilim, seni sandığımdan çok sevmişim, diye mesaj göndermiş. Sandıkla aralarında ne geçtiyse artık...
Aysun Başel: 'Seni seviyorum' cümlesini söylemek üç saniye, açıklamak üç saat, kanıtlamak bir ömür sürer.
Kızma mübarek
Malatya'da dikkatimi bir şey çekti: Dini yayınlar satan bir mağazanın vitrininde gördüğüm klasik kutu oyunu... İsmi uyarlanmış. Kızma Mübarek! Herhalde klasik oyun olan 'Kızma Birader'in taklidi olduğu için o ismi koyamamışlardı. Bir yandan da 'Birader' ismi muhafazakar çevrelerde Masonluğu çağrıştırdığı için mi istenmeyip Mübarek'e çevrilmişti, bilinmez... Tebessümüme engel olamadım.