Bir zamanlar kartaldı İzmir... Hem ekonomide hem sosyal manada, örnek bir kentti; modeldi, gözler hep üzerindeydi.
Türkiye'nin batıya açılan kapısıydı.
Fuarıyla, dünyanın sayılı kentleri arasındaydı.
İş dünyası sürekli kendini yeniliyor, art arda fabrikalar açılıyordu.
Gazinolarıyla, Türkiye'nin ibretle izlediği bir liderliği vardı.
Sanatçılar, İzmir'e gelmek için can atıyordu, bu nedenle Ege'nin sanatta da kalbiydi.
Eğitimde yıllarca birinciliği hiçbir kente bırakmadı, ÖSS ve ÖYS'nin gurur tablosu sürekli İzmir'den yazılıyordu. Birçok kentin yöneticisi, İzmir'e eğitimde başarının sırrını ölçmeye geliyordu.
Bankacılar, yeniliğe İzmir'den başlıyordu.
Türkiye'de bir yenilik yapılacaksa, ilk denenen kent İzmir'di.
Çağdaş yüzü, kurumsal kimliği, empati yapan toplumsal yaşamı, güzelleri ve yetenekli gençleriyle örnekti.
Hatta üniversiteleri, Türkiye'de öncü rolü üstleniyordu.
Bunları bizzat yaşadık, tanık olduk.
Bu onurla büyüdük, herkesle de paylaştık.
Peki ne oldu da, birçok alanda lider bir kent, günümüzde pek çok şehrin gerisinde kaldı?
Örnek alınan değil, "kaçınılan" oldu?
***
Bunun çok önemli bir yanıtı var; kent içine kapandı, kent insanı da kendine güvenini yitirdi.
Hele devlet yönetimi, "muhafazakar yoğunluğa" karışınca, modernliğine bakan olmadı.
Bu nedenle kısırdöngüler içinde, boğuşmaya başladı; rakibi başkaları değil kendisi oldu.
Siyasetçi, kentine değil, geleceğine yatırım yaptı.
Doğru söyleyenler dokuz köyden kovuldu.
İstanbul, her alanda pastayı kendi çıkarına keserken, İzmirli apaşıp kaldı, çünkü herkeste "Nasılsa, biz İzmiriz; bize bir şey olmaz" öngörüsü hakimdi.
Oysa oldu.
Önce gençler gitti bu kentten, sonra da beyin takımı...
İstanbul enerjiyi, İzmir ise, yorgun beyinleri ağırlamaya başladı.
Türkiye'nin aklında para kazanılacak değil de, keyif sürülecek kent imajı yerleşti.
Ve son dönemde de sorunlar yumağı oldu, sızlanmalar başladı. Kente hakim olan partinin üyeleri, kendi borusunu öttürmeye başladı.
Ve iyice yalnızlaştı İzmir...
***
Nasıl olmasın, metrolar yatıyor; çoğu davalık... Sadece, Aliağa-Menderes hattında bir kıpırdanma var, diğerlerinin sonu meçhul...
Kemeraltı esnafı kan ağlıyor, Karşıyaka da, Bornova da, Buca da... Yeni iş alanları açılamadığı için, iş dönmüyor, para kazanmak emeklinin her ay alacağı üç-beş kuruşa kalıyor.
Bu kentte gençler işsiz, emekli perişan...
İnciraltı beklemede...
Teleferik beklemede...
Sahil evleri beklemede...
Çeşme umutsuz...
***
İstanbul, "Avrupa Kültür Başkenti" oldu diye, gösteriş yarışı yaparken, İzmir olanları sessizce izliyor.
İş adamları İzmir'de kazanıyor, parayı da İstanbul'da yiyor. Çünkü İstanbul'da, İzmir'de kazandığını yemek, son yıllarda gelenek, bir "hava" tarzı...
Oysa İzmir'de herşey var; eğlence hayatı, yaşam merkezleri, otel, motel, disko...
Para yemek istiyorsan, herşey...
Ama olmaz; Denizlili, Kayserili parasını kenti için harcarken, biz İstanbul'a kaptırıyoruz, sonra da hep bir ağızdan "vah vah" diyoruz.
Yani önce kendimizle yüzleşmemiz gerek, sonra gerekirse bahane üretelim.
Bu yüzden yorgun ve durgun bir şehir İzmir... Aynı zamanda yalnız da...
***
Aslında, şu darboğazda, silkinip yeniden adından söz ettirebilir, İzmir...
Kendine yeni bir rota çizip, diğer kentlerin arasında sıyrılabilir.
Bunun için de kentin dinamiklerinin harekete geçmesi lazım, belki de Avrupa Birliği ülkeleriyle doğrudan bir temas...
Üstelik her alanda; tarım, teknoloji, ekonomi, sanat...
Çünkü bu alt yapı İzmir'de var; kentin kimliğinde pay sahibi olan Levantenlerimizle, bu atılımı gerçekleştirmek mümkün...
Herşeyin ötesinde, bu iş için deneyimli danışmanlara ihtiyaç var.
Öyle yerli malı, tek tip düşünen değil, çağdaş dünya görüşü ve vizyonu olanlar tercih edilmeli...
Sözün özü art arda bildik insanlarla toplantı yaparak değil, dünyada birçok kenti uyandıran, güçlü yatırım üstadları ve gelişim uzmanlarıyla yapılabilir bu...
Yani yaratıcı insanlar neşter vurmalı kentin gelişimine...
Adamları davet et, fikir al, destekle, planla, arkasında dur.
Asıl kent liderliği budur.
SÖZÜN ÖZÜ
Yüzünü güneşi çeviren insan, gölge görmez.
Helen Keller
Dinçer abi...
Onu 20 yıl önce tanıdım, İzmir'in bugün en önemli eğitim kurumlarından birinin kuruluşunda, yani Ekin Koleji'nin ilk yıllarında eğitim danışmanı olarak görev yapan, eşi Nevzat Süer Sezgin'in yanında...
Gittiğim büro çocuk sesleriyle cıvıl cıvıldı. Ama tatlı bir erkek sesi, herkesi kendine çekiyordu. Bu kişi etrafını saran çocuklara, keyifli öyküler anlatıyordu. Öylesine kaptırmıştı ki kendisini, anlattıklarına her çocuk kulak kesilmişti.
İzmir'den, Cumhuriyet'ten, Atatürk'ten dem vuruyor, bunu da küçük öykülerle süslüyordu.
Bugün o miniklerin hala, onun öyküleriyle bilinç altına yerleştirdikleri İzmir'e, Atatürk'e, Cumhuriyet bilincine sahip çıktıklarına eminim.
Çünkü unutulmaz bir andı o...
O isim Dinçer Sezgin'di.
***
Yıllarca gazetelerde köşe yazarlığı yapan, TRT'de yaptığı programlar sayesinde kurum içinde hala özel bir isim olan, çocuklara şiir gibi kitaplar, öyküler yazan, sokakta gördüğü her çocuğu sıcak bir merhabayla kucaklayan, sokak çocuklarının sorunlarına çözüm bulmaya çalışan, hayvan haklarını savunan, İzmir'in edebiyatına yazdığı şiirler ve kitaplarla yön veren değerli bir düşün adamıydı Dinçer Sezgin..
İyi bir dost, gerçek bir Egeliydi...
Fikirlerini hep "İzmir, Ege nasıl daha iyi gelişir, sanat kenti olur"; imkanlarını "çocuklara nasıl iyi bir eğitim sağlanır" amacında kullandı.
İzmir'in gelmiş geçmiş en iyi çocuk dergisi Kıpırdak'ın da isim babasıydı.
***
Bir süredir görmüyordum onu... Sadece dostlarımdan, hastalıklarla boğuştuğunu duydum ama gidemedim, ağabeyimi ihmal ettim.
Önceki gece, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybettiğini öğrenince, göz pınarlarıma iki damla gözyaşı birikti.
Biri o pişmanlık; biri de, İzmir'in yetiştirdiği en önemli düşün adamlarından birinin kaybıyla yüreğimde yaşadığım acı için aktı.
Hayatı boyunca çok sıkıntılar çekti, çok acılar yaşadı. Her insan gibi elbette hataları da oldu.
Ama ölümü büyük bir kayıptır; bunu bilir bunu söylerim.
Işıklar içinde yat, nazik, çocuk yürekli, iyi insan...