Şu Ege çukurunda nice cevherler var, nice yaratıcı insanlar... Gören, bilen var mı?
Bu soruya verilen yanıt çoğu kez, "hayır".
Çünkü, "adamsende" mahreçli bir bölge kimliği var üzerimizde... Kent, kent üstelik...
Bölgenin lider kenti İzmir, öyle durgun ki, bağrında yetişen insanların değerini ne yazık ki bilmiyor, sahiplenmiyor.
Bunun çeşitli örnekleri var. Zaten yetişenlerin de İstanbul'a kaçması en belirgin örneği...
Destek bulamadıkları için "girişimci" insanları sürekli küstürüyor bu güzel şehir...
Oysa burnumuzun ucunda "ilk" ve "tek" patentli çok güzel bir model var, çığlığını duymadığımız...
Taa İstanbul'dan ses getiren...
Bugün size bunu anlatacağım.
***
Biliyorsunuz, bu ülkede en çok "telif" tartışması yaşanır, özellikle müzik alanında...
Çoğu besteci ve söz yazarı, haklarının yendiğini savunur, kapı kapı dolaşır, derneklere başvurur, mahkemeye gider...
Uzun ve üzücü bir süreçtir bu...
Şarkısını seslendiren sanatçıyla, papaz olma durumu da cabası... Üstelik, şarkıcıya magazin basını da güç verir aslında... Hele kadınsa iki bacak, bir meme ucu gösterir, gazetelere konu olur.
Emek veren, ünlü olmadığı için bir kelle resimdir, hepsi o kadar.
Ancak, bu haksızlığı ortadan kaldıracak bir model geliştirmiş gazeteci Mehmet Kurt, kurduğu "bestebankası.com"la...
***
Sistem şöyle işliyor:
Eserinizi yapıyor, siteye teslim ediyor ve bir sanatçıyla buluşacağını anı bekliyorsunuz.
Dileyen besteci, eserlerinin satışıyla ilgili olarak siteyi noterden vereceği vekaletle vekil tayin edebilirken, noter vekaleti ve ikili sözleşmeyle uğraşmak istemeyen besteciler ise beste bankası aracığıyla kendi bestesini kendisi satabiliyor.
Her şey bütünüyle yasal çerçevede...
Sitede, "eser verme", "hukuki danışman", yasalar hakkında genel bilgi, yani kafanıza takılacak her konuyla ilgili, bilgi ve belge var.
Sözün özü, nice cevherleri ortaya çıkaracak, girişimci, yaratıcı insanların buluşacağı bir sanal mekan burası...
"Onca şarkı yazdım, onca beste yaptım. Hiçbir şarkıcıya veremedim" diye dertlenen yaratıcı beyinlere de bir fırsat...
***
Yakında ABD Başkanı Obama'nın da tanışacağı bu sisteme önce İzmirli'nin sahip çıkması gerek...
Ama bu ses, İstanbul'dan geliyor, hem de uluslararası düzeyde...
Yani işin sırrı, kıtalararası o tanışmada...
Yeri gelmişken onu da anlatayım.
***
Bir bilgisayar firmasında (Deulcom) üst düzey görevli olan, Beyaz Saray Başkanlık Zirvesi Türkiye Delegesi Baybars Altuntaş, sistemi tesadüf eseri görüp beğeniyor ve "Bu dünyaya örnek, bir girişimcilik modeli" diyerek, 26-27 Nisan'da götüreceği Washington antetli çantasının içine yerleştiriyor.
Ve Mehmet Kurt'a gönderdiği mektupta da şunlara yer veriyor:
"Girişimcilik modeli olarak incelediğim "bestebankası.com" projesini, özellikle kültürler arası diyalog için oluşturduğu altyapı ve bireylerin gelecek nesillere bırakacağı kültür mirasını kapsayan bir çalışma olması açısından, çok önemsediğimi belirtmek isterim... Bu bağlamda Ortadoğu Barış Süreci'ne de önemli katkısı olacak bir girişimci olarak sizi tebrik ederken, söz konusu projenizin de bir girişimcilik projesi olarak Beyaz Saray'a 26-27 Nisan tarihlerinde yapacağım ziyaret sırasında Başkan Obama'ya sunmak üzere ayırdığım girişimcilik projelerinin içinde yer aldığını bilmenizi isterim."
***
Olaya sahip çıkmak budur; bir değeri görmek ve zirveye çıkarmak.
Bakmakla görmek arasındaki fark, işte bu.
GÜNÜN SÖZÜ
Bir düşmanı affetmek, bir dostu affetmekten daha kolaydır.
Mme Dorothe Delusy
Hangisini beslersem!
Yaşlı bir Kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahtı.
Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterliyken niye ötekinin de olduğunu, hem de renklerinin neden siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu.
Bunun nedenini o merakla sordu dedesine...
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk. "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Bunun üzerine çocuk, "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" diye sorar. Bilge reisin yanıtı nettir: "Ben hangisini daha iyi beslersem!"
Bu çirkin iddia "şans" olabilir!
Önümüzdeki günlerde CNBC-e kanalında ekrana gelecek olan Amerikan dizisi "The Pasific"in bir bölümünde, Ermeni asıllı bir kadının, "İzmir'i Türkler yaktı" iddiası, ortalığı ayağa kaldırdı.
Birçok tarihçi, fikir adamı ve yazar, 90 yıldır tartışılan bir konuya yine müdahil oldu:
"Hayır Türkler değil, asıl Ermeniler yaktı", "Gerçek olan Yunanlılar'ın kenti ateşe verdiği" vb. söylemleriyle...
İzmir Büyükşehir Belediyesi de içi belge dolu kitaplarla bu çirkin söylentilere yanıt verecekmiş...
Bu arada, dizinin Türkiye'de gösterilecek bölümünde de, o iddianın yer aldığı kısım, yayından çıkarılacakmış...
İyi, güzel de...
Bunca tepkiye karşın, 1922 yılında yaşanan bu katliamın bizlere yansıttığı sonuç değişecek mi?
Ya da İzmir'in yıllardır yaşadığı talihsizlik?
Hayır... Zira, İzmir üzerinden oynanan oyunlar yine devam edecek.
Hatırlayın, bundan bir süre önce de, bir İngiliz yazar, Giles Milton,
yayınladığı "Kayıp Cennet" adlı kitabında İzmir'i Türklerin yaktığını öne sürmüştü. Üstelik bunu da İzmir'den kaçan levantenlerin anılarına dayanarak yapmıştı.
Bütün dünya okudu o kitabı, belleklerde ise, ne yazık ki İzmir'i Türklerin yaktığı kaldı.
Dizi, şimdi bu işin ikinci ayağı...
Türkiye'de gösterilecek bölümünü makaslasan da, dünyada milyonlarca insan izlemiş olacak o sahneyi...
Asıl onu önle...
Yani senaryo aynı, akıllarda yine "Barbar Türkler" kalacak.
İşte bu nedenle, İzmirli tarihçiler, araştırmacılar bu kez tarihi gerçeklerle, sağlam kanıtlarla dünya kamuoyunun karşısına çıkmalı...
İşi, "günübirlik" değil, geniş açılı düşünmeli...
Yoksa birilerinin çıkıp tarihsel gerçekleri sadece bize anlatması, havanda su dövmekten öteye gitmez.
Bu yüzden cevap "uluslararası" çapta olmalı.
Tepkimizi dünya duymalı.
Bu şekilde, o büyük yangının izlerini, 90 yıldır üzerinden atamayan İzmir uyanır, silkinir ve kendisini dünyaya tanıtır.
Bu çirkin iftiralar da, belki bu kez kente şans getirir.
Olumsuzu avantaja çevirmek, akıllı toplumların işidir.
Bu kez kartları doğru açmalı.
Yoksa attıkları çamurun yine izi kalacak.