Yüzü gülen insanları severim, pozitif mesaj verir, insana saygı hissettirir, moral depolar.
Çocukluğumdan bu yana, kanaatim budur.
Belki de bu yüzden ben de güler yüzlü bir tipim. Asık suratlı göremezsiniz beni, gazeteci arkadaşlarım bu huyumu bildikleri için yüzüm sirke satsa hemen sorarlar; "Ne oldu, bir sıkıntın mı var" diye ve sonra da eklerler; "Sana böyle görünmek hiç yakışmıyor..."
Aslında istenen, "moral alabilmek"tir. Bugünlerde öylesine ihtiyacımız var ki, gülüşe, gülüşmeye...
Tabii samimice, özgürce...
***
Bakın, bugün gazetemizde yer alan sağlık haberi var; içeriği ruh sağlığıyla ilgili...
Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Stresi yenmek için kauçuk gibi esnek olun" demiş ve eklemiş:
"Kişi öncelikle kendisiyle barışık olmalı ve her şartta mutlu olmayı başarabilmeli, en olumsuz hallerde bile... Günümüzde insanlar mutluluğu maalesef dış şartlara bağlıyor. Evim, arabam, yazlığım, param olsun da mutlu olayım vs. Bu doğru değil. Kişi mutluluğu içinde aramalı. Her şartta mutlu olmayı başarabilmeli."
Tam isabet bir görüş.. Prof. Tarhan'ın söylediği, günümüzde Türkiye'nin manzarası...
***
İnsanımızın mutlu olma kriterleri, hep mal mülk üzerine: Yeni bir cep telefonu, evin yenilenmesi, otomobil almak ya da değiştirmek, cebinde tomarla parası olmak, son sistem televizyona kavuşmak mutluluk vesilesi...
Oysa hiçbirinin ruha dokunur tarafı yok. Yani hiçbiri benim kişiliğimi, ruhumu doyurmuyor.
Geçici bir heves, kısa sürede tatmin edici bir araç...
Serde doygunluk yok.
***
İşte bunun için çevremizdeki insanlar hep mutsuz. Otobüste, dolmuşta, vapurda yüzleri asık iensanlarla seyahat ediyoruz iç içe...
Onlardaki karamsarlık, bize de yansıyor. Kültürümüz oluyor.
Oysa Avrupalı'nın da dertleri, sorunları var. Yetişemedikleri, erişemedikleri var.
Ama yüzeri hep gülüyor. Gülerek selam veriyor, sıkmıyor, negfatif enerji yaymıyor.
Hayata oradan bakınca, moral hep var.
Buradan bakınca da hüzün ve keder.
Sözün özü, hayata bakışımızı değiştirmedikçe, gergin ve mutsuz olmamız kaçınılmaz.
Oysa gülümseyin bir, hiçbir zararı yok. Aksine yürekten bir sıcaklık sarıyor çevrenizi...
Bunun maddi bir bedeli de yok. Bedava, sevgi gücü...
GÜNÜN SÖZÜ
Akıl ve dirayetin ak saçlılarınki gibi ama kalbin çocuklarınki gibi olsun.
Schiller
Kandırmaca da bir yere kadar
Kendilerini kandırmada en usta millet kim derseniz, yanıtım Türkler'dir.
Hem de her şeyiyle.
Yaşamı, kişiliği, beklentileri, yalanları, çevresi, hep bu kandırmacının pençesinde...
Biz böyleyken, başkaları gerçeğin üstüne basınca, avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz.
Örneğin şu futboldaki şike davası.
Geçen yıl ne fırtınalar koptu, hatırlayın. Gerçek ya da iftira, bunun derdinde değilim ben...
Ancak, en olmayacak şeyi yaptık, şikeyi araştırıp doğruya ulaşmak yerine, sorunları halının altına süpürdük.
Ohh... Oldu bitti.
***
Ancak futbolun patronu öyle demiyor; bizim "kandırmaca" dünyamıza, kendi kimliğini, prensiplerini ortaya koyuyor.
Bizde olmayan şey.
Takımlarımıza verdiği cezayı bırakın kaldırmayı, aksine kesinleştiriyor.
Oysa günlerce gazeteler, takımlarımızın yöneticilerinin kendilerini nasıl kahramanca savunduğu, hatta başkanlarımızın adamlara fırça atıp korkuttuğunu yazıp çizmedi mi?
Bununla böbürlenmedik mi?
Ortada onca belge varken, kaba davranışı, zorbalığı; "dik duruş" olarak süslemedi mi basınımız.
Adamlar "bizim için sahanın içi değil, niyet önemli" diye bas bas bağırırken, biz hala hakimlere "maç yayını" izletmedik mi?
Ne oldu peki sonuç?
Takke düştü, kel göründü.
Eee, kandırmaca da bir yere kadar...