* * *
Gazetelerde çalışmak çok zordur. Gazetecinin eşi anlayışlı olmazsa evlilikler kesinlikle yürümez. Çünkü, "Akşam 19.00'da evdeyim" dersiniz, bir olay çıkar, bir özel maç düzenlenir, geceyarısını geçer dönüşünüz. Saate karşı yarışıldığı için de hatalar kaçınılmaz. Ertesi gün hatayı yapan arkadaş veya arkadaşlar, hem yöneticilerden zılgıtı yer hem de arkadaşlarınca gırgıra alınır. Yeni Asır'da fırsat buldukça yarım asrı geçkin sürede yaşadığımız traji-komik olayları dillendireceğiz. Ebediyete göçenleri saygıyla anarak ve yaşananları tatlı tatlı yadederek...
* * *
Ulusal boyutta bir gazetemizin Ege ekinde aynı sayfada iki konu vardı. Birinde, "İzmir'in vergi rekortmenleri Ticaret Odası'nca ödüllendirildi" haberi. Fotoğrafta Mazhar Zorlu, Selçuk Yaşar, Bedri Akgerman'ın da aralarında bulunduğu İzmir ekonomisine büyük katkılar yapmış 6 dev isim. Diğer haberde de: "İzmir'in en azılı kasa hırsızları yakalandı." Onlar da 6 kişilik bir çete. Biz de saate karşı yarıştığımız için sık sık hatalar olur. Bu kez de olmuş ama yenilir, yutulur gibi değil. Vergi rekortmenleri haberine yanlışlıkla kasa hırsızları çetesinin fotoğrafı girmiş, kasa hırsızlarının yerine de ünlü işadamları. Tabii ertesi gün kıyamet koptu. İzmir'in ünlüleri tepkiyle tekzip etmeyi hatta tazminat davası açmayı tartışıyor. İzmir'in Nasrettin Hoca'sı, işadamlarının meddahı Haşmet Uslu espriyi patlattı: "Mazhar, niye kızıyorsunuz gazeteye? İlk kez doğru bir haber yapmışlar. Kasa soymadan bu kadar servet edinebilir misiniz?" Başkası söylese cinayet çıkar, dava konusu olurdu belki ama, onlar Uslu'yla öylesine canciğerdi ki, espriye kahkahalarla katıldılar.
***
FOTO/ŞAKA |
***
Yıl 1962. İzmir Gazeteciler Cemiyeti, İlhan Esen, Çetin Eren ve Şadan Gökovalı'yı hacca gönderdi. Üçlü Hac'da hayli sıkıntılar çekti. Özellikle Arap şoförlerle anlaşmak hayli zordu. Taksiye bindiler, şoför sürekli Fındık... Fındık" diyordu. İlhan Ağabey de yanındakilere, "Oğlum bu bizim başımızı derde sokacak, fındıklarla filan ne işimiz var bizim. Yakalanırsak ömür boyu hapis yatarız" diye yakınıyordu. Nihayet çekişme taksi, otelin önüne varınca ve tercüman devreye girince sona erdi. Arapça'da fındık, otel demekmiş, şoför "fındık fındık" diye ondan yırtınıyormuş.
***
Bizim Hac ekibini Denizyolları'nın Cidde yetkilisi Abdül Muhsin Buhari karşılamıştı. Söz Türklerin Cidde'ye nasıl ulaştığından açıldı. Buhari, "Tayyare, seyyare ve merkeplerle" dedi. Şadan Gökovalı, "Olur mu, merkeplerle onca yol gelinir mi, aylar sürer" dedi ama Buhari diretiyordu:"Gidin limanda görün merkepleri..." Gökovalı makineyi kaptığı gibi güneşin alnı kabağında belki gölgede 50-60 derece sıcaklıkta atlatma haber yapmak için 2.5 kilometre yol tepip limana ulaştı. Ortada ne merkep vardı, ne de eşek. Mesele sonradan anlaşıldı. Arapçada merkep eşek değil, gemi demekti.