Olay yavaş yavaş netleşmeye başlıyor. Ortada bir devlet krizi var. Bu krizi çıkaranlar belli. Emniyetin içinde yuvalanmış dar kafalı "misyon polisleri" ve yargının içindeki bir kısım yine dar kafalı "misyon savcıları". Ben bu krizin çıkmasının "görünür" müsebbibi olan bu dar kafalı polis ve savcılar üzerinde fazlaca durmuyorum. Bu insanların öyle kötü niyetler taşıdıklarını filan da sanmıyorum. Bunlar sadece bir büyük operasyon için kullanılanlar. Bunları kullanan, bu adamlara tuhaf işler yaptıran, onları o görevlere getiren, onca gücü veren siyasi iktidarı hançerlemeye sevk eden kim? "Bir milyonluk soru" bu işte. Ben şahsen bu gücün kim olduğunu, nasıl bir güç olduğunu bilemiyorum.
Bildiğim şu: Son dönemlerde başta İsrail lobisi olmak üzere, Amerika'da, Avrupa'da Başbakan Erdoğan aleyhine bir yıpratma kampanyası açıldığıdır. Başbakanın hastalığı ile birlikte bu kampanya görünürlük kazandı. Ardından bir şey daha oldu, hükümete destek veren liberal tayfa ile bazı muhafazakar unsurlar, neredeyse eşzamanlı olarak, iktidarla ittifakı kısmen askıya aldılar. Ben bu köşede, daha MİT-yargı olayı patlak vermeden "Oyun için de oyun mu? (30 Ocak 2012; Yeni Asır)" başlıklı bir yazı yazdım. Bu olayları izleyenler o gün bir Yeni Asır alıp o yazıyı okusalardı, zaten şimdi karşılaştığımız türden gelişmelerin olacağını öngörebilirlerdi. Ne demiştik o yazıda? Demiştik ki özetle, son dönemde olan olayları alt alta koyduğunuz zaman, tamamının nihai hedefinin Başbakan Erdoğan'ı tasfiye etmek olduğu görülür. Kafası "olay mahalliyle" sınırlı olan dar kafalı bazı polisler ile yetersizliklerinden dolayı polis fezlekelerine bağımlı dar kafalı savcıların bu son marifetiyle birlikte artık bundan eminim.
***
Tekrar gelişmelerin seyrine dönersek: Başbakan savcıların tavrına olumlu bakmadığını MİT'çilerin ifade vermeye gitmesine izin vermeyerek gösterdi. Savcılar ise bu tutuma anında misillemede bulundular: MİT müsteşarını ayırarak diğer 4 MİT'çi hakkında yakalama emri çıkardılar. Bunun bir tek anlamı var: Yargı açıkça hükümete, yani yürütmeye meydan okuyor. Bana göre bu hamleyle istihsal edilen mesaj bununla da sınırlı değil, yargı bu ileri hamleyle Başbakan Erdoğan'a "seni de ifadeye çağırırım" tehdidinde bulunuyor. Burada hedefin açıkça Başbakan Erdoğan olduğu o kadar belli ki. Zaten onun için diyorum, "Bu iş o dar kafalı savcı ve polislerin işi olamaz" diye. Yoksa kimse bizden Zaman Gazetesi'nde yayınlanan, BDP'nin Diyarbakır il binasının çekmesinde bulunduğu söylenen ve polisler tarafından sızdırıldığı besbelli o saçmalıklara inanmamızı beklemesin. Bizi ahmak yerine koyanları biraz edebe davet ediyorum. MİT'in "Güneydoğu'ya NATO ve BM güçlerinin yerleştirilmesi için PKK ile anlaşma yaptığına" bizi inandırmaya çalışan salak gitsin önce bir aynaya baksın, "ben kimin adamıyım?" diye.
***
Yazacak çok şey var. Önce bir dost uyarısı buradan: Bu işlere Fethullah Gülen cemaatini de ucundan kıyısından bulaştırmak isteyenler var. Sakın, sakın, sakın... Hizmet hareketi benim çok sevdiğim bir topluluktur. Onları uyarmak görevim. Bu oyun pis ve büyük bir oyun. Darbelerin yıkamadığı bu büyük insanlık hareketi öyle darbeler alır ki, onca emek heba olur ve ne olduğunu anladığımız zaman da iş işten geçer. Diğer taraftan şu soru sanırım herkesin merakını mucip: Bundan sonra ne olacak? Benim cevabım şudur: Bu ülkede milletin verdiği mührü taşıyan kişi Başbakan Erdoğan'sa ve o Erdoğan benim tanıdığım devlet adamıysa, bu oyunları kurgu merkezlerinin ve yerli işbirlikçilerinin başına geçirir. Geçirmesi de gerekir. Öyle günlerden geçiyoruz ki, bu ülkenin başbakanın fiyakasını bozmaya kalkan her teşebbüsün kaynağı Türkiye düşmanlığı olarak görülmelidir. Tekrar aynı soru: Başbakan ne yapacak? Ben ne yapacağını bilemem ama şu anda kafasının içindeki temel cümleyi sanırım biliyorum, bizi Anadolu topraklarında bin yıldır var eden cümleyi:
"Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!"