"Şimdi Mola Zamanı", Prof. Dr. Belkıs Altuniş Gürsoy'un yeni çıkan kitabı, Ötüken yayını (2014).
Akademisyenlerin, mesleki mecburiyetler hariç, geniş okuyucu kitlesine hitap eden, kolay okunur yazı yazabilmeleri zordur. Belkıs Hanım istisnalardan biri.
Kendisi Erzurumlu. Erzurum, kadim kültür ve irfanımızın mühim merkezlerindendir. Yazarımız bu kültürü iyi özümsemiş.
Eşi Kenan Gürsoy Bey, Vatikan büyükelçiliği yaptı. Eşiyle birlikte bulunan Belkıs Hanım "sunuş" yazısında diyor ki: "Dört yılı deviren Roma serencamım, yükü ağır, meşgalesi yoğun dünya seferimde bir soluklanma, bir durup dinlenme dönemiydi. Ömrüme sakin ve huzurlu bir kesit bahşeden talihin bu lutfuna şükretmekteyim."
İyi ki böyle bir "Mola Zamanı" yaşamış. Sözünü ettiğim kitaptaki yazılar bu süre içinde yazılmış.
***
Kitabın alt başlığı "Denemeler"dir. Kubbealtı Lugatı'nda "deneme" şöyle tarif edilir: "Bir konu üzerinde, kesin sonuca varma ve derinlemesine inceleme iddiası taşımadan serbestçe işlenmiş düşünceleri ortaya koyan eser ve yazı."
Deneme yazıları ekseriyetle teoriktir, okunması zordur, çok kimseyi sıkar. Belkıs Hanım, üslubu ve zengin irfanıyla bu zorluğu aşmayı başarmış. Yazarın birikimi ve edebi zevki ile olgun metinler ortaya çıkmış. Soyut konuları enine boyuna yazmak, zengin bir muhayyile gerektirir. Belkıs Hanım'da bu var. Kitabın baskısı güzel.
Yazıların tabii bir dili var. Bir zamanlar "Yaşayan Türkçe" sloganı çıkmıştı. Kitabımızın dili yaşayan, canlı Türkçe'nin güzel bir örneğidir.
"Kelamın Kemali" başlıklı yazı "söz"e ayrılmış: "Nice kapılar sözle açılır, sözle kapanır. Nice yaralar, iyi bir sözle iyileşir, yine bir sözle kangren olur. Söz; kırık bir gönlü teselli edebilir. Düşmüş bir kimseyi kaldırabilir. Kederli bir başı avutabilir." Yazıda hikmetli sözlere ustaca yer verilmiş: "Her doğru söylenmez. Ama her söylediğin doğru olsun." "Dilin zekatı hayır söylemektir."
***
Yaşanmış bir hadise: 1945-50'li yıllar olmalı. Yeni evli bir üsteğmenin tayini Erzurum'a çıkar. Orda toprak damlı, iki katlı bir evin üst katını kiralasonra eşini getirir. Evin eksiği bir türlü bitmez. Her gün yeni bir şey almak ihtiyacı doğar. Sonunda paraları tükenir, maaşı daha ayın ortasını bulamadan eriyiverir. Üsteğmen sıkıntılı günler geçirir. Yakın bir arkadaşından borç istemeyi düşünürken, bir şekilde onun da zor durumda olduğunu fark eder. Çaresiz kalınca parmağındaki nişan yüzüğünü satmaya karar verir. Bir kuyumcuya gider, yüzüğünü satmak üzere uzatır. Kuyumcu, hassas terazide yüzüğü tartar ve saygı dolu bir sesle "Üsteğmenim yüzüğünüzün değerini ben size para olarak vereyim. Ama siz bu yüzüğü parmağınıza takın. İstediğiniz zaman borcunuzu ödersiniz" der. Üsteğmen "hiç öyle şey olur mu?" derse de orta yaşlı kuyumcu o müşfik tavrıyla "niye olmasın, hem de pekala olur" der ve olur. Kuyumcu Mahir Bey, yazarımız Belkıs Hanım'ın babasıdır.