• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
ÖZKAN BİNOL

Asi, aykırı, aktivist: Sean Penn

ozkan.binol@sabah.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 13 Temmuz 2012, 19:21
Bu hafta sinemalarda Sean Penn rüzgarı esiyor. Hem de hiç tahmin etmeyeceğiniz bir tiple karşımıza geliyor. Gözünde rimel, yüzünde pudra, dudağında ruj ve dağınık saçları ile eski bir rockçı olarak herkesi şaşkına çeviriyor. Aslında o bunu hep yapıyor. Her filminde karşımıza bambaşka biri olarak çıkıyor. Bu nedenle onun unuttuğumuz yüzünü sadece aktivist olduğu sahalarda karşımıza çıktığında hatırlıyoruz.

21'İNDE ŞÖHRET
Sean Penn daha çiçeği burnunda bir oyuncu adayıyken şöhreti yakaladı. Önce "Taps"te askeri bir öğrenciyi sonra "Fast Times at Ridgemont High" adlı komedide Barnaby Jones adlı genci canlandırdı. Aslında o doğuştan bir sanatçıydı. Anne- Eileen Ryan- aktris, baba -Leo Penn- yönetmen kardeşi de -Chris Penn- karakter oyuncusuydu. Aktivist tarafı da ailesine çekmişti. Ailesi Vietnam Savaşı karşıtıydı. Sean da büyüdüğünde ABD yönetiminin sert bir muhalifi oldu. Irak, İran, Venezüela gibi ülkeleri ziyaret ederek, Amerikan devlet politikasının yanlışları üzerine başta ABD vatandaşları olmak üzere dünyanın ilgisi çekip onları bilinçlendirmeye çalıştı. Sanatçı bir röportajında, "Çocuklarımızın zihinlerini beslemiyoruz. Toplum olarak gelip bizi öldürmeleri için ne El-Kaide'ye ne de Çinlilere ihtiyacımız var. İntihar ediyoruz" demişti.

OSCAR'A GİDEN YOL
Sinemanın asi delikanlısı "The Falcon and The Snowman"daki casus rolüyle eleştirmenlerin de dikkatini çekti. "Renkler" filmiyle kendinden söz ettirdi. Araya Madanno ile evlilik ve bir film sıkıştırsa da yoluna iyi filmlerle devam etti. Neil Jordan'ın "No Angel" filmi için Robert De Niro ile kamera karşısına geçti. Rahip kılığına giren iki hapishane kaçağını oynadıkları bu filmde De Niro'nun karşısında ezilmedi.
Casavettes filmlerine selam gönderdiği "The Indian Runner" filmiyle 1991'de yönetmenliğe adım attı. Yoluna sadece yönetmen olarak devam edeceğinden korkulsa da oyunculuktan kopamadı. Başarılı bir çalışma olan "Carlito's Way" filmini Susan Sarandon ile başrolünü oynadığı "Dead Man Walking" izledi. Bir katili oynadığı film ona ilk Oscar adaylığını getirdi. Filmin yönetmeni ise bir başka iyi ve aktivist oyuncu Tim Robbinson'dı. Nick Cassavetes'in "She's So Lovely" filmiyle Cannes'da ödül alırken David Fincher imzalı "The Game" ve Oliver Stone imzalı "U-Turn" ile kariyerinin doruklarında oturuyordu.
"The Thin Red Line"da ve "Being John Malkovich" filmlerinde, yarattığı karakterle kendisini aştı. "I'm Sam"de zihinsel engelli birini canlandırdığında oyunculuğun nasıl yapılacağını gösterdi. Buradaki etkileyici performansı Oscar adaylığı alarak sinema tarihine geçti. İki yıl sonra da Clint Eastwoot'un yönettiği "Gizemli Nehir" ile ilk Oscar'ına kavuştu. Daha sonraki yıllarda eşcinsel hareketinin liderleri Harvey Milk'in hayatını anlatan Gus Van Sunt imzalı "Milk" ise Penn'e ikinci Oscar'ını getirdi. Bu rol zaten en çok onun gibi bir aktivisten başkasına yakışmazdı. Ödül konuşması da tarih sahnesindeki yerini çoktan aldı.
Oyunculuğu tartışılamayacak kadar başarılı olan Sean Penn'e, Bush yönetiminin olduğu bir dönemde ve Hollywood gibi homofobik bir dünyada Oscar'ların verilmesi elbette şaşırtıcı/sevindiriciydi.
Sean Penn, Paolo Sorrentino imzalı son filmi "Olmak İstediğim Yer"de yeteneğini bir kez daha gösteriyor. İrlanda'da bir kasabada yaşayan ve 30 yıldır görmediği babasının ölümüyle Amerika'ya geri dönüp onun bitiremediği bir -Nazi'yle- hesaplaşmanın peşine düşen rockçı eskisi olarak döktürüyor. Bizim de kendisine olan hayranlığımız kat kat artıyor.
Muhteşem Sean Penn'e en derin saygılarımla...



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.