Bakmak ve görmek
İki kavram, insanoğlunun gerçeklik algısının sınırlarını çizer; bakmak, sınırlı ve anlık bir eylemken, görmek sınırsız ve sonsuz bir derinliğe açılan kapıdır. Aysun Güler'in yazısı...
- Pazar
- Giriş Tarihi: 08 Eylül 2024
Bakmak ile görmek arasındaki fark, insanın dünyayla kurduğu ilişkinin en temel, en gizemli ayrımlarından biri... Bakmak, bir nesneyi ya da olayı sadece yüzeysel olarak algılamaktır; gözlerimiz bir nehir gibi akar, durmaksızın her şeyi kapsar ama hiçbirine derinlemesine dokunmaz. Görmek ise, ruhun, bilincin ve kalbin bir nesneye ya da olaya tamamen açılmasıdır. Bu iki kavram, insanoğlunun gerçeklik algısının sınırlarını çizer; bakmak, sınırlı ve anlık bir eylemken, görmek sınırsız ve sonsuz bir derinliğe açılan kapıdır.
DALGALANMALAR
Bakmak, yüzeyde süzülen bir yaprak gibidir. Dalgaların üzerinde hafifçe sallanır, ama hiçbir zaman suyun derinliklerine inmez. Gözlerimizin gördüğü şeyler, bir anlık birer görüntüden ibarettir. An gelir, gözlerimiz doğrudan bir manzaraya, bir insanın yüzüne ya da bir olayın gidişatına kilitlenir. Ancak bu kilitlenme, aslında geçicidir; bir rüzgar gelir, o bakışı alır götürür, ve biz o anı, o kişiyi ya da o görüntüyü hemen unuturuz. Gözlerin önünden kayıp giden bir nehir gibidir bakmak; suyun yüzeyine dokunuruz, ancak onun altındaki derinliği hissetmeyiz. Bir gün batımına bakmak... Bu, sadece renklerin geçici bir şölenini izlemekten ibarettir. Gökyüzü turuncuya, pembeye ve mora bürünür, gözlerimiz bu renklerin dansını kaydeder. Fakat ne kadar sürer bu kayıt? Birkaç saniye, belki birkaç dakika. Sonra gözlerimizi başka bir şeye çeviririz; gün batımının büyüsü o an biter. Oysa bu bakış, sadece geçici bir hayranlıktır; derin bir bağ ya da anlayış içermez. Tıpkı bir resme bakar gibi, sadece dış çerçeveyi görür, içerideki hikayeyi ya da ruhu fark etmeyiz. Bazen bakmak, bir tür kaçış gibidir. Yoğun duygulardan, derin düşüncelerden, hatta gerçeklikten kaçmanın bir yolu olur.
DERIN SULARIN KESFI
Oysa görmek... Görmek, bambaşka bir yolculuktur. Görmek, bir yaprağın üzerindeki çiğ damlasında evrenin tüm sırlarını fark etmektir. Bir çiçeğe baktığınızda, onun sadece rengini ve biçimini fark edersiniz. Ama onu gördüğünüzde, o çiçeğin toprağa kök salışını, rüzgarın ve yağmurun onun yapraklarına nasıl dokunduğunu, güneşin o yapraklarda nasıl bir sıcaklık bıraktığını hissedersiniz. Görmek, dışarıdaki dünya ile içerideki dünyanın birbiriyle dans etmesidir; bir uyum, bir harmoni. Bir çocuk gözlerinize baktığında, sadece onun yüzünü görmek değil, o bakışın ardındaki masumiyeti, umutları, belki de kaygıları sezersiniz. Çocuğun ruhunun derinliklerine bir yolculuğa çıkar, o anda onun dünyasına bir kapı aralarsınız. Görmek, sadece var olanı kabul etmek değil, onun içindeki anlamları, onun ardındaki hikâyeyi de kucaklamaktır. Bir resmin arkasındaki sanatçının duygularını, bir melodinin notalarının ardındaki bestecinin ruh halini görmek gibi... Görmek, bir sanat eserini anlamak, onun içine girip onunla bütünleşmek gibidir. Bir şehri görmek, o şehrin sadece binalarını ve caddelerini algılamaktan çok daha fazlasını içerir. Şehirlerin ruhu vardır; onların sokaklarında yürüdüğünüzde, o ruhu hissedersiniz. Bir kahvenin buğusunda, bir martının çığlığında, bir taş binanın soğuk yüzeyinde, o şehrin tüm tarihini, yaşanmışlıklarını görmeye başlarsınız. Bir şehre baktığınızda, onun sadece coğrafi bir yer olduğunu düşünürsünüz; ama onu gördüğünüzde, o şehir sizinle konuşur, size kendi hikâyesini anlatır. Modern yaşamın hızında, insanlar çoğunlukla bakmayı tercih ederler; çünkü görmek zaman, emek ve farkındalık gerektirir. Teknolojinin sunduğu hızlı görüntüler, sosyal medya akışları, günümüzün yoğun temposu, insanları sadece bakmaya yönlendirir. Bir anlığına gördüğümüz şeyler hızla zihnimizden kayıp gider; çünkü onları sadece yüzeysel olarak algılarız. Ancak görmek, durmak, derinlemesine düşünmek, hissetmek ve bağ kurmak anlamına gelir. Gerçek bir farkındalık ve anlam arayışı içinde olan insan, sadece bakmakla yetinmez; dünyayı görmeye, onu tüm varlığıyla hissetmeye çalışır. Bu, hayatın anlamını keşfetmenin, insanın kendini ve çevresini daha derin bir şekilde anlamasının da yoludur.