Bu hafta sonu İzmir'de geçiyor. Dün kitap Fuarı'nda imza, dostlarla buluşma, bugün Radyo programı, yine dostlarla buluşma ve hepsinin ayrıntısı haftaya...
***
Bugün gündemimde usta bir müzisyen var. Biraz nostalji yapacak ve bu ustayı, Hayri Yenigün'ü anacağız ölüm yıldönümünde.
Hayri Yenigün'ü hiç tanımadım. Oğlu Hurşit Yenigün arkadaşımdı ve bir çok prodüksiyonumda çok sayıda şarkının aranjmanına imza atmıştı. Onunla 73'lerde Şat Yapım'da çalışmaya başlamıştık. Hatta eşi Kıymet'in de olduğu kalabalık bir arkadaş ve sanatçı gurubuyla birlikte 1975'te Ankara gemisiyle Avrupa'nın Akdeniz kıyılarını turlamıştık iki hafta boyunca.
Babası Hayri Yenigün'ü 15 Nisan 1979'da kaybetti. Baba Yenigün 86 yaşındaydı. Baba Yenigün Türk Sanat Müziği'nin önemli ustalarından, bestecilerinden biriydi. Benim en sevdiğim eserlerden birinin bestecisiydi. Orhan Seyfi Orhun'un harika şiiri üzerine yaptığı hüzzam beste daha ben çocukkken dilime dolanmıştı. Rahmetli Nigar teyzem mırıldanırdı: "Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan/ Denizler durulmaz dalgalanmadan".
Bu muhteşem şarkı "Ölürsem yazıktır sana kanmadan/ Kollarım boynunda halkalanmadan" diye başlar. Nice assolistlerin repertuarında yer almıştır. İlk popüler olduğu yıllarda Sezen Aksu'da bu şarkıyı seslendirmişti. Birkaç yıl önce pürüzsüz bir yorumla Şevval Sam da yorumladı...
İşte bu ölümsüz şarkının bestecisi Hayri Yenigün'ün bugün 33'üncü ölüm yıldönümü.
Hurşit kardeşimle dostluğumuz 70'lerden beri sürüyor. Her ne kadar görüşemezsek de internet sayesinde onunla da Kıymet'le de haberleşebiliyoruz. Pop alaturka albümleriyle bir dönem ortalığı kasıp kavuran Hurşit, 2000'lerde Eski Dostlar'la tekrar gündem yaratmıştı.
Hurşit daha dünyaya gelmeden babası Hayri Yenigün'ün 1948 yılında, Türk Musiki Dergisi'nin altıncı sayısında yayınlanan bir yazısını buldum arşivimde. Bu büyük ustanın o günlerdeki düşüncelerini sizinle de paylaşmak istedim. Şöyle diyor üstat:
"Bir takım zavallılar var ki bunlar her vesile ile Türk musikisine çatmak için kendilerini ödevlendirmişlerdir. Bunlara göre dünyada tek bir musiki vardır. O da batı musikisidir. Türk musikisi yoktur! Şöyle de misal getirirler. 'İsimlerinden belli: Acemaşiran, acemkürdi, ısfahan!..' Taşıdığı bu yabancı isimlerle nasıl bir Türk Musikisi olurmuş?
Musikimizin orijinal önemini anlamak mazhariyetinden nasipsiz bu kara talihliler, Türk Musikisinde Rast, Nihavend, Suzidil, Ferahfeza gibi makam isimlerini duyunca bunların İran'dan; Hicaz, Uşşak, Muhayyer, Tahir vs. isimlerle de karşılaşınca bunların da Arabistan'dan gelmiş olduklarını söylemekle davanın halledilmiş olduğunu sanıyorlar.
Kendileri halis birer Türk olup da ancak isimlerinin Nevzad, Peyami, Daniş olmalarından bunlara Acem; Sait, Cemal, Şevki olanlara da Arap mı demek lazım?
Amerikalılar İngilizce, Avusturyalılar da Almanca konuşurlar. Lakin ne Amerikalılar İngiliz, ne de Avusturyalılar Almandır."
Hayri Yenigün dergide yayınlanan bu yazısında ayrıntılı bir biçimde Türk Musikisi'nin varlığının Türk olduğunu anlatırken, yazının sonunu şöyle bağlamış:
"'Türk Musikisi atılmalıdır' teranesiyle çırpınarak bağıranlar, bu musikinin esrar dolu, sakin ve vakur kayalarına çarparak her zaman yüzgeri döneceklerine şöphe etmesinler. İspanya'nın, Romanya'nın, Finlandiya'nın, Japonya'nın nasıl bir milli musikisi varsa bizim de bir Milli Musikimiz vardır. O'nun da adı Türk Musikisi'dir. Bu koca varlık ne müzelere sığar, ne de yabanlara atılabilir. Bu bizim öz malımız ve öz dilimizdir. Dünya var oldukça Türk musikisi konuştuğu diliyle birlikte ebediyen yaşayacak ve bu cevheri layık olduğu mevkie yükseltecek bir dahi yetişinceye kadar da bu nesil bütün yaygaralara karşı koyarak O'nu korumakta ve benimsemekte devam edecektir."
Büyük ustayı anmak, o olağanüstü güzellikteki eserini hatırlatmak istedim. "Ölürsem Yazıktır" bugünlere nasıl geldiyse kimbilir kaç kuşak sonrasına da öyle ulaşacaktır...