Çocukluğumda, yüreğimin ucunda duran 'kardeş' bir kasabaydı Çeşme... Sakinliğini giyinir, cumbalı kagir evlerin arasında beklerdi her yaz. Dolaştığımız yollarda çiçekli bahçeler keşfetmek zevk, elimizde kovayla musluk başlarında beklemek ne çileydi! Şu yakıcı güneşin altında, deniz neden bir türlü derinleşmezdi? Sokaklarından 'keşmekeşlik' değil, 'efendilik' akar; akşam güneş batar ama kimse kimsenin gözüne batmazdı. Birileri azgınlığını 'eğlence' diye yutturmadığı için dışarıda yiyip içmek rahattı.
***
Seneler geçtikçe sadece bizler değişmedik. Çeşme de büyüdü, gelişti ve o 'kardeş kasaba' görüntüsü, güney sahillerine bile kafa tutacak bir 'turizm kenti' kimliğine büründü. Hele Alaçatı, tek başına ilçeyi sırtlayacak bir trend halinde aldı yürüdü...
Ama son yıllarda Çeşme'yi yörüngesine oturtarak kendine benzeten İstanbulluların sayesinde, benim gibi eskiye özlem duyanların belleğinde silik bir siluete dönüştü güzelim yarımada. Ve zamanla, yol haritam üzerinde uğranacak yer olmaktan çıktı.
***
Ta ki klas mekanların, sosyal yaşamda 'alternatif' yaratacak yansımalarına inandığımı bilen bir dostum, beni Alaçatı'daki Kydonia Restoran'a yönlendirene kadar. Üşenmedim, atladım arabaya. Alaçatı'yla yeniden gönül köprüsü kuracağım bir lezzet üssüne varacağımdan habersiz, yola koyuldum.
Kısa zaman önce elden geçirilerek daha modern, harika bir görünüm kazanan Alaçatı Marina'da, usulca denize sokulmuş, doğanın bir parçasıymış izlenimi veren restoranın önünde durdum. Eski bir Girit medeniyetini çağrıştıran 'Kydonia' yazısına takıldım... Ardından, Alaçatı'nın ılık esintisi arasında gözleri dostlukla pırıldayan bir el uzandı. Mekanın ortaklarından Didem Durukan'la tanışmış oldum.
***
Adres doğruydu, dostum tam da bam telime dokunmuştu...
Kydonia, sadece adını değil, tadını da Girit'ten alıyordu. Yani benim, hatta tüm İzmirlilerin arayıp da bulamayacağı bir damak kültürü icat etmişler mutfaklarında. Düşünsenize, Girit'in çeşit çeşit otları ile deniz ürünlerini bir arada sundukları 70 çeşit meze sıralanıyor mönüde... İlk anda şaka ettiklerini sandım ama Didem Hanım'ın eşliğinde şefin hünerli ellerinden çıkan mezelerin sıralandığı büfenin başına gidince afalladım. Şef, Kydonia'ya özgü yiyeceklerin orijinal isimlerini ve nelerden yapıldığını anlatınca, seçim yapamayarak tercihi ona bıraktım.
***
Göz alabildiğince bir maviliğin üzerine özenle kurulmuş masaların arasında zeytin ağaçları... Defne ve kekik kokuları denizin nefesine karıştıkça, insan açıklarda bir adaya gelmiş hissine kapılıyor. 'Kydonia' aynı zamanda Ayvalık'ın tarihi ismi ve bir Ege kabuklusunun adı. Bu isme tutulmanın hikayesi de ilgi çekici. Girit'in otları ve deniz ürünleriyle Ege'nin iki yakasını aynı sofrada buluşturma fikri üzerine Ayvalık'a gidilmiş, tüm otların reçetesi çıkarılmış. Ardından bunların temini için Bergama'nın taşlı topraklı köylerine uzanıp köylülerle anlaşılmış.
***
Bitmedi. Bu malzemeden, damağınızdan silinmeyecek tatlar üretmek için neredeyse tam bir laboratuvar çalışması yapılmış. Ege'nin iki yakası arasında göç edenlerin bilgeliği damıtılmış tüm çeşitlere. Onlardan alınan gizemli tariflerle hazırlanan akkızlı sübye, sakızlı ahtapot yahnisi, arapsaçlı lor böreği, şarap soslu midye, değişik balık mönüleri ve kabuklularıyla mükemmel bir sofra zenginliği ortaya çıkarılmış.
Dostum haklıymış, farklı kültürleri aynı sofraya oturtan lezzet ortaklığı, 'barış' duygularımı kabarttı. Kydonia'nın mutfak ayrıcalığı ve huzur ortamı, Çeşme'yi yüreğimde yeniden ayrıcalıklı kıldı.