Bu 'Süleyman'ın neresi muhteşem?
Akbaşlı, eseri sinematografik bir yaklaşımla notalara dökmüş. Saray hayatını yansıtmak adına hantal, ağır, ağdalı bir dil yerine, son derece dinamik, coşkulu, film şeridini andıran akıcı melodileri seçmiş.
Operanın evrensel nüvesini oluşturan enstrümanlara ney ve kanunun eklenmesi, Osmanlı dönemine aykırılık hissetmeyeceğimiz bir form yaratmış. Türk opera tarihine zenginlik katan Tevfik Akbaşlı'yı kutluyorum.
***
Prömiyer gecesi, şef Tulio Varas yönetimindeki orkestra gayet canlıydı. Ancak şu kesin ki, Ahmed Adnan Saygun'un akustik yapısı opera sahnelemeye hiç uygun değil. Orkestra çukurunun kullanıldığı tüm eserlerde aynı handikapla karşılaşıyoruz. Konser salonu kimliğindeki Saygun'da dekor kurulması da ses dağılımındaki ölçüsüzlüğü tetikliyor anlaşılan.
Bu yüzden 'Muhteşem Süleyman'da solistler ile orkestra arasındaki 'volüm dengesi' salona eşit yayılmıyor. Solistlerin en net duyulduğu bölge ise arka sıralar...
***
Oyunda soprano Aytül Büyüksaraç, Hürrem'in 'baskın karakter'ini sesi ve ifadeleriyle çok güzel ortaya çıkarıyor. Süleyman'a aşkını dile getirdiği sahnelerde yaydığı ışıltı gayet etkileyici.
Kanuni'yi canlandıran bariton Gökhan Koç, anlatıcı bariton Altuğ Dilmaç, Pargalı İbrahim'i söyleyen tenor Levent Gündüz, Yavuz Sultan Selim'de bariton Gökhan Varkan, Gülbahar Hatun'da mezzosoprano Anna Chubuchenko ve şehzade rolüyle soprano Elif Genek'in sesleri de hayranlık uyandırıyor. Koro ise oldukça güç partilerin altından kalkmayı başarmış.
***
Tayfun Çebi, padişah ile saray erkanı arasındaki mahremiyet sınırını estetik bir dekorla yansıtmış. Ama önde tahtı simgeleyen merdivenin, sahne geçişlerinde zaman geçirmek adına işlevsiz biçimde sağa sola kaydırılması çok anlamsız. Üstelik bu değişiklikler, oyunun temposuna hiç yakışmayan, sinir bozucu bir ağırlıkla yapılıyor.
Müfit Özbek'in, psikolojik atmosfere uygun ışık, renk ve görüntü efektleri çok hoştu. Sevda Aksakoğlu'nun 'muhteşem' kostümleri ise görsellikte zevki doruğa çıkarır nitelikteydi.
***
Rejide Mehmet Balkan, koroyu sahnede tutma zaafına düşmeyerek örnek bir hareket serbestliği sağlamış. Dekor değiştiren teknik ekibe Osmanlı sarayındaki 'kapıcı' kıyafetlerini giydirerek onları da oyunun bir parçası haline getirmiş.
Koreografisini Neslihan Öztürk'ün yaptığı dansları da beğendim. Kısa sürelerde de olsa, İzmir Balesi her zamanki hüneriyle 'Muhteşem Süleyman'ın enerjisini yükseltti, esere farklı bir pencere açtı.
***
Buraya kadar tamam... Ama opera sadece müzikten, danstan, dekordan ibaret değil. Her fırsatta dediğim gibi, biz orada bir oyun izlemeye gidiyoruz.
O oyunun öykü ve kurgusu ise librettoya dayanıyor. Tarihsel olaylardan libretto yaratma konusunda neden bu kadar basiretsiziz. Operanın adı 'Muhteşem Süleyman'... Ama Işık Noyan'ın librettosundaki Süleyman, Hürrem'in iki lafıyla en iyi arkadaşını ve oğlunu öldürtüp arkasından gözyaşı döken bir zavallıdan öteye geçemiyor.
***
Oyunun dramatik kurgusuna hiç katkısı olmadığı halde, Yavuz'la ilgili bölüm gereğinden fazla uzatılmış. Libretto, tarihi olduğu gibi önümüze getirmek yerine, olayların görünmeyen yüzünü, karakterlerin iç çatışmasını, zaafların yol açtığı yıkımları sergilemelidir. Eğer zaaflarına yenik düşen kişi cihan padişahıysa, bu daha da trajiktir. Ama onun idam kararlarının, adına 'Kanuni' denecek kadar büyük adaletiyle yarattığı ikilem vurgulanmadıkça Süleyman'ın dramatik yanı sönük kalır.
Bir anda ölüveren Hürrem ayrı bir komedi. Neden öldüğü, ölümüyle finale ne kattığı, ne mesaj verdiği belli değil. En dramatik noktası, Pargalı ve Şehzade Mustafa'yı kendi oğlunun tahta çıkabilmesi için öldürtmesine rağmen, bunu göremeden ölümcül hastalığın pençesine düşmesidir. Peki bu anlaşılıyor mu? Hayır.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.