Nedeni önemli değil... Ne vakit düşünceler çatışsa beynimde, ya da ne zaman yüreğimin dolambacında yitirsem kendimi, umutlarım azalsa, güneşin izini bulamadığımı hissetsem, çaresiz kalsam, müziğin tınılarına bırakırım ruhumu...
Müzik yeniler beni... İyi hücreler üretircesine bedenime güç verir. Bir yerde güneşin doğduğunu, iyiliklerin çoğaldığını, insanların el ele verdiğini, sevdiklerimin yanı başıma üşüştüğünü hissettirir. Melodiler ruhun sadece gıdası değil, ilacıdır, kalbini okşaya okşaya iyileştirir insanı...
***
Bu yüzden ilkel çağlardan beri kötülükten arınmanın, büyünün, yakarışın, derman dilemenin, korkularını, şaşkınlığını, sevinçlerini dışa vurmanın evrensel lisanı olmuştur müzik.
Tıpkı ana rahminde işittiği kalp sesleriyle dinginleşen bebekler gibi, hayat boyunca tüm çözümsüzlüklerin şifası ritimlerle, seslerle, ezgilerle yazılmıştır.
"Müzikten anlayan, başkalarının uğradığı çöküntülerden kurtulur" demiş Beethoven. Hugo Riemann ise, "Müzik insan ruhuna ince zevkler tattıran, onu okşayan, uysallaştıran bir sanattır" ifadelerini kullanmış...
***
Müziğin sesi her zaman dışımızdan gelmek zorunda değil. O tınıları beynimizde, hayalimizde canlandırabilmek de dinletinin bir başka çeşididir. Hatta bazen hayata tutunmanın trajik ama en muhteşem göstergesidir.
Tıpkı işitme kaybına uğrayan Ludwig van Beethoven'ın, piyanonun başındayken notaları duyumsayarak dokunuşlara geçirmesi, dünya çapında klasik eserler yaratacak gücü kulağı kadar yüreğinde bulabilmesi gibi... Çünkü sesler biz duymasak da içimizdedir, onları hissetmek, keşfetmek gerekir.
***
Hatırlarsanız bunun sinema dünyasındaki en dokunaklı örneği 'Kalbimdeki Sesler' (Music Within) filmiydi... Steven Sawalich'in 2007'de çektiği filmde, Vietnam Savaşı'nda sağırlaşan Richard Pimentel'ın gerçek yaşamı beyazperdeye getiriliyordu.
Savaş öncesinde üst düzey bir hitap yeteneğine sahip Richard (Ron Livingston), döndüğünde kendini engelli insanları hayata bağlamaya adar ve hayallerini gerçekleştiremeyeceğini sanan herkesi yanıltmayı başarır. Çünkü sesleri, yaşamın melodisini içinde hisseder. Engellilerin de kendi ritmini yaratabileceğini kanıtlar.
***
Yine hatırlayın 'Piyanist' filmini... Nazi Almanya'sının Polonya'yı işgaliyle hayatı cehenneme dönen Yahudi kökenli piyanist Wladyslaw Szpilman'in yaşadıkları adeta kanımızı dondurmuştu.
Onun biyografi kitabından sinemaya uyarlanan film, hem Nazi kıyımını hem de toplu katliamların ortasında kalan bir piyanistin, aklına kazıdığı Chopin dokunuşlarıyla ölüme direnişini anlatıyordu.
Roman Polanski'nin 2002'de çektiği Fransa, Almanya, Polonya ortak yapımı 'Piyanist' 5 dalda Oscar ödülüne layık görülmüştü.
***
1939'da Nazilerin esaretine giren Polonya'nın her yerinde gettolar kurulur. Varşova'daki toplama kampından Hitler'in ölüm odalarına gönderilen kafileden kurtulan sayılı Yahudi arasında Szpilman de vardır. Yetenekli piyanist, Almanların binaları havaya uçurduğu Varşova varoşlarında gizlenerek, açlık çekerek, sefilce bir hayat sürmeye başlar.
En etkileyici sahnelerden biri de, Wladyslaw Szpilman'in harabeye çevrilen bir apartmanda gördüğü piyanonun tuşlarına dokunmadan, Polonyalı ünlü besteci Chopin'in nocturne'lerinden birini çalmasıydı.
Duyduğumuz müzik, piyanistin havada oynattığı parmaklarından değil, ruhundan yükselmektedir. Zaten dayanma gücünü yalnızca kulağına yer eden piyano ezgilerinden alır.
Demek ki, içimizdeki melodiye kulak vermeliyiz bazen...