Şarkı söylemek sadece ‘güzel sesle’ olsa!
Sonuçta mantıklı uyarıların, yapıcı fikirlerin, hakkımızdaki gerçek düşüncelerin uzağında yaşar gideriz. Ta ki kendimize çok güvendiğimiz bir konuda duvara toslayana dek. İşte yeniden başlayan 'O Ses Türkiye' yarışmasında en çok gözüme çarpan insan manzaraları bu tiplerden oluşuyor. Eğitimli, müziği iş edinen, sahne tecrübesi olan katılımcıları bir yana bırakıyorum. Gelecekten beklentileri yüksek, adını bu programda duyurmanın avantajıyla hayata atılmayı hedefleyen, hatta burada kendini sınadıktan sonra yeteneği konusunda bir yol belirlemeyi düşünen gençlerden bahsediyorum...
İçlerinde gerçekten etkileyici, kulakta hoş tınılar bırakan sesler çıkıyor. Ama belli ki çoğu, şarkı söylemek güzel bir ses rengine sahip olmaktan ibaretmiş gibi, yeteneklerini sivriltecek isabetli tercihler yapmadan, seçtikleri şarkıyla doğru etkiyi nasıl uyandıracaklarını düşünmeden, hatta parçayı sadece ezberlemekle yetinen ve yanlışlarını düzeltecek en küçük bir nasihat edinmeden atmışlar kendilerini sahneye. Tabii şansları fazlasıyla yaver gitmedikçe, jürideki dört koltuktan dönen olmuyor. İşin garibi, Gökhan, Murat Boz, Hadise ve Ebru Gündeş de onları uğurlarken sadece 'iyi bir gırtlağa sahipsin ama şarkıyı hissettiremedin' gibisinden can yakmayacak sözlerle geçiştiriyor.
Halbuki jürinin bazı sesleri beğense de dönmeyişinin sebebi, o gençlerin şarkı seçimine ve onu ifade etme biçimine hiç çalışmamış, yalnızca yüzlerine 'ne güzel sesin var, katılsan kesin birincisin' diyenlerin iltifat rüzgarıyla yarışmaya gelmiş olmasından kaynaklanıyor. Kimileri dil bilmeden ve şarkının neler anlattığını öğrenmeye zahmet etmeden İspanyolca, İngilizce nameler döktürüyor; kimisi Hadise sorduğunda, o parçayı ilk kez seslendirdiğini söylemekten çekinmiyor; kimisi çevresindeki 'gazcıların' teşvikiyle katıldığını itiraf ediyor; kimisi güya daha etkileyici bulduğu için tarzı olmayan şarkılar seçiyor!
Anlamını bilmeden şarkı söyleyen ya da hiç çalışmadan sahnede boy gösteren bir acemi şarkıcının müziğiyle insanları etkilemesi nasıl beklenebilir ki! O programa katılan gençler, doğru tespitlerde bulunacak birine kendilerini bir kez dinletse, eleştirinin yol göstericiliğinden bir nebze faydalanmış olsa ya... İşte toplumsal zaafımız olan bu cesaret ve aşırı özgüven cahillikten, kendimizi bilmemekten... Bu sırf 'O Ses Türkiye' yarışmasıyla sınırlı bir absürtlük değil elbette. Hatta oradaki hayal kırıklıkları belki de tablonun en basit, en masum boyutu. Ne yazık ki 'kendimizi ve ne yaptığımızı bilmeme hastalığı' hayatımızın geneline yayılmış durumda.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.