Geçen haftaki köşe yazıma, 'Bu sene de İzmir'de zehir soluyacak mıyız?' diye başlık atmıştım. Çünkü her kış İzmir'in silüetini kapkara bir sis bulamacına batıran 'hava kirliliği', henüz sıcaklıkların birkaç derece düşmesiyle kendini göstermeye başlamıştı. Öyle ki, tepemize yağan partiküllerin boğazımızı tıkaması; karbonmonoksit soluyarak yavaş yavaş zehirleneceğimiz günlerin habercisiydi...
Bu gidişle yine, kentin göz gözü görmeyen puslu kareleri yansıyacaktı gazete sayfalarına! Oysa gri-siyah bir atmosferin içinde, hatları silik görüntüleri hiç yakışmıyordu İzmir'e.
Ama olmadı... Daha kışa bile gelmeden aynı manzaraların ortasında bulduk kendimizi.
Önceki gece, Devlet Opera ve Balesi'nin 'Romeo ile Jülyet' eserini izlerken yüreğimizi yumuşatan hisler, çıkışta cin ifrit kesildiğimiz bir sinir yumağına dönüştü.
O güzelim balenin yaşattığı duygular, sahnedeki estetik, renkler, müziğin ve büyüleyici dansların dimağımızda bıraktığı izler; dışarıda havanın kirli tonlarıyla örtülüverdi.
Yine boğazımızı zehirden tortunun kapladığı İzmir yollarında, gecenin ışıklarını bastıran isi yararak eve varabildik.
Hep bunlar neden? Büyükşehir Belediyesi'ne sorarsanız, hava olaylarından ve meteorolojik koşullardan... Oysa ki derdin büyüğü, zamanında önlem alınmayışından, denetimsizlikten, başı bozukluktan...
Kentin birçok kesiminde adi, zehir saçan kömürlerin yakılmasından; doğalgazın gerektiğince yaygınlaşmayışından, duman salınımıyla ilgili kriterlere uymayanlara, çevre kirliliği yaratanlara hiçbir yaptırımda bulunmamaktan...
Ve sonra, fotoğraflar ortada!