• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
’İnsanları ağlattığımda çok mutlu oluyorum!’ FİLİZ İÇKE ÖNAL

'İnsanları ağlattığımda çok mutlu oluyorum!'

filizicke@hotmail.com Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 13 Aralık 2010, 16:59

Seminerlerinde katılımcıları ağlatan İçsel Danışman Botan Diler: "Ağlamak çözülmedir aslında. Bu çözülmenin ardından kişinin yaşayacağı o şahane duyguyu kendimden biliyorum. Ben de çok ağladım bu anlamda. Kendi hayatıma gelen o güzelliğin ona da geleceğini biliyorum ve bu benim tüylerimi diken diken eden bir mutluluk..."

Adı Botan Diler. Yaptığı işi "içsel danışmanlık" olarak adlandırıyor ve evrende tek bir enerji; yaşam enerjisi olduğunu, bu enerjiye istisnasız hepimizin sahip olduğunu, bizi üzen sorunumuz-sorunlarımız her ne ise, çözümünün de içimizde olduğunu söylüyor. Söylemekle kalmıyor, çözüm için atmamız gereken adımlar konusunda yol gösteriyor. Gözümle görmesem inanmazdım: akıl vermiyor, yönlendirmiyor, sadece sorular soruyor ve cevap kişinin bizzat kendisinden geliyor.
O'nu İstanbul'dan bir arkadaşımın şiddetli! tavsiyesi üzerine tanıdım: Ege Palas'ta düzenlediği seminere mutlaka katılmam, olan biteni gözlerimle görmem gerekiyordu.
Başlangıçta olağanüstü hiçbir şey yoktu. Değişik yaş ve meslek gruplarından kadınlı erkekli 30 kişi kadardık salonda. Hollywood yapımı filmlerde gördüğümüz toplu terapi seanslarına benziyordu ortam. Söz alan katılımcılar orada bulunma sebeplerini anlatıyor, diğerleri dinliyor veya yorum yapıyorlardı. Birbirinden farklı onca sıkıntı kaynağı konuşulurken, Botan Diler sahnede birtakım notlar alıyor ve sorularla sohbeti yönlendiriyordu. İtiraf etmem gerekirse içimden sürekli "Bu mu yani" diyordum...

SESLER HER ŞEYİ ANLATIYORDU

"Hadi bir anne çalışması yapalım" dediği andan itibaren yaşananlar ise beni bu röportajı yapmaya ikna eden şey oldu. Gözlerimizi kapamamızı ve hayalimizde annemizi canlandırmamızı istedi. Sakin bir ses tonu ile kurduğu her cümle geçmişten gelen öfke, özlem, pişmanlık... Ne varsa bir bir ortaya çıkarmaya başladı. Ben dahil bütün salon, içini çeke çeke ağlıyordu. Gözlerim sımsıkı kapalıyken ilk kez ağlıyor, ağladıkça hafiflediğimi hissediyordum... Kimdi bu adam ve bunu nasıl başarıyordu? Ertesi sabahki buluşmamızda hikayesini dinledim.
-Makine mühendisiydiniz ve sonra bir gün bir şey oldu ve "ben, BENim" demeye başladınız
Evet, makine mühendisiyim ve bir gün ben benim demeye başladım. Ama olan bir günde değil, her anı kendimle yüzleşmek ve kabul etmekle geçen 5 yıldan sonra oldu. Beni yüzleşmeye iten şey ise 32 yaşında yaşadığım her konudaki müthiş tıkanıklıklarımdı...
-Neydi yolunda gitmeyen?
Mutsuzdum. Keyifsizdim. Para kazanıyorsun, cebinde paran yok. Kız arkadaşın var, sürekli kavga ediyorsun. Gerginsin. Hiçbir şey yolunda gitmiyor. Fazladan 16 kg alıyorsun. Gülümsemeyen, yorgun, huysuz adamın teki oluyorsun. Kısacası hayatımdan ve kendimden hiç keyif alamıyordum.
-Ve...
Bir akşam telefonum çaldı. Arayan arkadaşım katıldığı seminerden bahsediyordu. Dedi ki; "İnsanın korkuları varmış"... Ben de esprisini yaptım, "Korkularını öğrenmek için para vermene gerek yoktu, sorsaydın söylerdim" dedim ve güldüm.

-Güzel bir yaklaşım: Korkularımızı biliyoruz zaten
Evet hepimiz biliyoruz ama beni asıl etkileyen cümle sonra geldi, "bütün korkuların çözümü varmış" dedi...
- Hmm...
Ben de "hmm" dedim. İşte o "hmm" noktasında başladı her şey. "Bak" dedi, "Korkular var ama bir de bilinçaltı kayıtları var. İnsanın hayatını, bu korkuları ve bilinçaltı kayıtları yönetiyormuş. Bunları da çözersen, ki çözümü de mümkünmüş o zaman hayatın değişiyormuş.." O an anladığımı hissettim.
-Neyi anladınız?
Hayatımda beni yoran, akışında olmayan, kabul edemediğim her şeyin çözümünün yine bende olduğunu. Arkadaşımın anlatmaya çalıştıklarına "doğru" dedim ve o anda inandım. Seminere katılmadan bende yapacaklarım için gerekli inanç, istek ve kararlılık oluşmuştu...
Arkadaşım, "Para kazanıyorsun ama cebinde paran yok, bu senin parasızlık korkundan kaynaklanıyormuş. Katılmak istersen bu hafta yeni bir seminer var" dedi. Tamam, geliyorum dedim. Cebimde de 100 lira var. Yani benim kalan aylık harçlığım. Seminer de tam 100 Lira!
-Cebinizdeki son 100 lirayla seminere mi gittiniz?
Koşa koşaSon enerjimi (paramı) oraya harcadım: kendime. En önde oturup, anlatılanları büyük bir hevesle dinledim. Bize "Kendiniz için yapacağınız niyetleriniz gerçekleşir" dendi. Düşündüm; 32 yaşımdayım. Daha ne kadar yaşarım? Belki 50 yıl daha. Önümdeki 50 yılı nasıl yaşamak istiyorum? Bu öğrendiklerim doğruysa korkularımı, bilinçaltı kayıtlarımı çözeceğim ve önümdeki pırıl pırıl 50 yılın tadını çıkaracağım.
-Sizin korkularınız nelerdi?
Beğenilmemek, reddedilmek, güçsüzlük, çaresizlik, istenmeme, onaylanmama, alay edilme, dışlanma, değersizlik ve daha pek çoğu... Mesafeli ve kendinden emin dış görüntümle bunları kamufle etmeye çalışırdım.
Mesela değersizlik korkum vardı, ne kendime ne de kimseye değer vermezdim. Suçlanma korkum vardı, patronum sabahtan akşama kadar suçluyordu. Aldatılma korkum vardı kız arkadaşım karşıma geçip "seni aldattım" dedi. O kız arkadaşıma bağımlılığım vardı ve beni aldattığını söylemesine rağmen ayrılamadım. Berbat bir durumdaydım. Hikayem uzun aslında özet geçmeye çalışıyorum... Ama sıkıntılarımı, öfkemi, korkularımı çözdükçe rahatladığımı, hafiflediğimi hissediyordum. İşler yoluna giriyordu; suçlayan patron suçlamaz olmuştu. Ben değer verdikçe bana da değer veriliyordu. Sen olsan ne yapardın? Böyle bir malzemeyi eline almışsın ve benim gibisin?
-Devam ederdim sanırım...
Ben de devam ettim. Kız arkadaşım "Bana gel" diyor, "Hayır, seminere gideceğim" diyorum.
"Bu kadarı da çok oluyor" diyor. "Olabilir, dilersen ayrılabilirsin, ben seminere gideceğim." diyorum. Beni aldattığı halde bile ayrılamadığım kadına "Artık ayrılabilirsin" diyorum. Anlatabiliyor muyum nerden nereye geldiğimi?
-İlk katıldığınız seminer Rei ki semineri miydi?
Evet. Önce Reiki'yi öğrendim ve sonra kısa zamanda Master seviyesine geldim. Pek çok kişiye (inisiye: el vermek, başlatmak) verdikten sonra zamanla içimde derinleştikçe Rei ki'nin özünde, kapsamında olmayan öğretilerin olduğunu, bunların Rei Ki'nin yanlış-eksik algılanmasına sebep olduğunu gördüm. Bu şekilde Rei Ki kullanmayı bitirdim. İçimden duyduğum, gördüğüm haliyle kullanmaya ve öğretmeye başladım.
-Rei Ki'nin yanlışları nelerdi peki?
Detay olacak ama Rei Ki'de Kristaller ile çalışma teknikleri, renkler ile çalışma teknikleri öğretildi. Rei Ki'nin özünde bunlar yokmuş. Güçlü anlatıma ihtiyaç duyan, Rei Ki'nin özünde ne olduğunu bilmeyen kişilerin sonradan ekledikleri teknikler bunlar. Ayrıca Rei Ki enerjisi özünde tam, doğru ve yeterli olmakla birlikte bu şekilde anlatılıp, düşük bir farkındalık seviyesinden ifade edildiğinde insanlar yanlış bir yola sokuluyor. Rei Ki'den soğuyup, uzaklaşıyorlar.
Bir insanın kendi özünü yetersiz, güçsüz, eksik, beceriksiz bulması gibi bir şey bu! Oysa evrensel enerji tektir. Kişiden kişiye, coğrafyaya, tarihe veya başka bir şeye göre değişmez. İnsan yapımı şeyler eklenemez. Bu yanlışa imkan veren ifadelerle öğretilemez.
Dünyada Rei Ki ile öze dönüşüm sürecini başlatan ve mühim ölçüde yararlanan insanlar var. Bahsettiğim sunum yanlışlarının oluşturduğu "Rei Ki yetersiz duygusu", insanların başka enerji arayışına girmelerine neden oluyor.
Buradan tavsiyem; bir enerji uyumlaması almaya karar verenler, o enerjinin özümüze uygunluğunu içseslerine sorsunlar. Pek çok enerji çıkıyor. Öz enerji tek ise, niye diğerleri var? Diğerlerinin kaynağı ne/neresi o zaman? Bir insanın tabiatında tam, yeterli ve bütün olan tek şey KENDİSİDİR. Kendi enerjimiz bize yeterlidir. Dış enerjilere ihtiyacımız yoktur. Rei Ki dış kaynaklı bir enerji değildir.
-Enerji veren yöntemler birer oyuncak mı?
Özümüze uygun değil. Bir insanın tabiatında olan tek şey kendisidir. Kendi enerjisi ona yeterlidir. Dışarıdan hiçbir enerji almaya ihtiyacı yoktur.
-Bunu yaparsak ne olabilir?
Asıl yapmak istediğinizden uzaklaşırsınız. Kişi önce iç huzur arar. Ve Rei Ki de dahil olmak üzere bütün enerjilerin kendisine huzur vereceğini düşünür. Bu enerjiler ilk başta huzur verirler. Siz de aldığınız o huzurla doğru yaptığınızı sanırsınız. Oysa kişinin yapması gereken kendini tanımaya niyet etmesidir. Çünkü aradığı huzur kendi içindedir aslında.
İnsanlara tavsiyem, sadece kendilerinde olanı açığa çıkartsınlar. Evrende tek bir enerji vardır. İki tane enerji yoktur. Ki bu anlamda o tek enerji hepimizde ve kainatta olan yaşam enerjisidir. Bu anlamda hepimiz içsel olarak tam ve sonsuz bir yeterlilik halindeyiz.
-"Ben, BENİM" demek bencillik mi?
Hayır değil. "BEN" diyen sonsuz kabul içindedir. Burada bencillik yoktur. Tersine "BEN" kavramı içine herkes girer. Sonsuz denge, uyum ve içsel huzur da bu noktada başlar.
-Evrendeki esas gerçek ne peki?
Tek bir enerji vardır, her şey bir deneyimdir ve bu deneyimleri reddetmek mümkün değildir. Zaten deneyimlenmek için tasarlanmış ve yaşanmaktadır. Yaşamdaki her sahneyi aslında bir senaryonun hayata geçirilmesi gibi düşünün. Şimdi sizinle Filiz ve Botan olarak Romeo ve Juliet'i oynamaya karar verdik diyelim. Senaryo bir yerde başladı ama bir yerde de bitiyor. Öncesinde dışarıda biz Filiz ve Botan'dık. Romeo ve Juliet değil. İçinde bulunduğumuz yaşam da böyledir. Sadece süresi biraz uzun; 17 milyar yıl kadardır buradayız. Dekor olarak büyük bir dünyamız var. Öldüğünüz zaman Filiz ölmüyor aslında Filiz olarak rolü bitmiş oluyor.
-Seminerlerde nasıl meditasyon yapılacağını öğretiyor musunuz?
Evet. Kişinin yaşadığı tüm enerjilerle yüzleşmesi ve sonrasında gerekli olan içsel çözümleri için ihtiyacı olan tüm meditasyonları seminerin akışında basit bir şekilde uygulamalı olarak yaptırıyorum. Öğrenme o anlarda ve sonrasındaki soru-cevaplar ile oluyor.
-İnsanları ağlattığınızda ne hissediyorsunuz?
Çok mutlu oluyorum.
-Neden?
Ağlamak çözülmedir aslında. Çözülmesinin ardından yaşayacağı o şahane duyguyu kendimden biliyorum. Ben de çok ağladım bu anlamda. Kendi hayatıma gelen o güzelliğin ona da geleceğini biliyorum ve bu benim tüylerimi diken diken eden bir mutluluk.

KİRLİ DEĞİLİZ Kİ ARINALIM!
-Anlattığınız içsel temizlik midir? Arınmak mıdır?

Bence kimsenin içi kirli değil. Arınma ve temizlik kelimelerini de özellikle kullanmıyorum. Arınmak yok, yüzleşmek ve kabul etmek var. Eğer sen arınıyorum dersen, kendi var oluşuna aykırı bir cümle kurmuş olursun. Yaşadıklarının hiç biri pis veya kirli deneyimler değil. Sen kirli değilsin, sen pislik değilsin ve sen hiçbir zaman kirlenmedin. Pırıl pırılsın, şahanesin. Sadece farkında değilsin.
- Korkularımızla olsak bile mi?
Korkularınla olsan bileNe kadar korku dolu olsan da, ne kadar akamasan da o halinle şahanesin. Korkuların var, olabilir. Deneyimlemek istediğin şey zaten buydu. Sen şimdi deneyimlemek için soyunduğun, geldiğin bu yaşam alanında bir yığın korku biriktirdin. Sayısız deneyim yaşadın. Yığınla enerjin var ve diyorsun ki ben kirliyim. Hayır, değilsin. Bunu diyen kişi var oluşu bilmeyen kişidir. Dolayısıyla anlattıklarım temizlikle ilgili değil, sadece yüzleşmek, kabul etmek ve kendini açığa çıkartmaktır.
-"İçsel Danışman" ifadesi nasıl oluştu?
Benim yaptığımın karşılığı olan bir unvan yoktu. Çoğunlukla herkes bana "hocam" der. Hoca, anlatan, öğreten kişiye denir. Ama bu tarz bir konuda çalışma yaptığın zaman, karşındaki kişinin gözünde büyümeye başlıyorsun. Bu gidişatın sağlıksız olduğunu gördüm ve ben ne iş yapıyorum diye sordum kendime. İnsanlar bana danışıyorlar. Ne danışıyorlar? Yaşamlarıyla ilgili bir sıkıntıları var, çözemiyorlar, atamıyorlar. Kişilerle buluşma noktam çok basittir aslında. Özümüz akar. Akamıyorsan tıkanıklık var demektir. Tıkanıklık varsa, o tıkanıklığı tespit etmek için soru sormak gerekir. O tıkanıklık bazen bir korkudur, bazen bir bilinçaltı kaydı, bazen bir niyettir, bazen bir yargıdır, bazen de başka bir şeydir. Onu bulup var oluşuna ve tabiatına uygun olarak kaldırdığın zaman, sen tekrar akışa geçersin. Ben bunun danışmanlığını yapıyorum. Buna da "İçsel Danışmanlık" diyorum.
-Bir çalışmada kaç şey çözülebilir?
Aslında çok şey çözülür. Kişi çok şey anlar ve çıkar. Ama ben size bunu sayılarla veremem.
-Bir buçuk saat boyunca başbaşa mı kalıyorsunuz?
Evet. Kişi sıkıntısını kısaca tarif ederek çalışması için ilk niyetini verir. Niyetinin yapısında "Şu tıkanıklığımın özüme uygun olmadığını anladım ve çözümü kendimde bulmak istiyorum" yaklaşımı esastır. Bütün çalışmayı o şekillendirir. Sonra kişi, çözme kararlılığında olduğu konuyla ilgili birtakım şeyleri hatırlamaya başlar. Bilinçaltında bunlar belirmeye başlar. Bana onları anlatır ben de oradaki noktalara göre sorular sorarım. Sorduğum sorularla onu konunun altındaki enerjiyi bulmaya götürürüm. Onu bulur, onunla yüzleşir, onu kabul eder ve oradaki akışı en baştan yaratır.

İyi-kötü ayrımı yoktur
-Madem herkes ben kavramının içine giriyor, kimseyi yargılamaz mı Botan?
Botan yargılamaz.
-Sevgilisini testere ile öldüren katili de mi yargılamaz?
Yargılamaz. Kimseyi hiçbir şey için yargılamaz.
-Korkunç bir cinayeti nasıl yargılamaz?
Bir tane cinayet değil ki savaşlar var. Ben daha büyüğüne götüreyim sizi. Hiçbirini yargılamaz. Var oluşu yargılamak olur sizin dediğiniz. Bir katil veya Hitler, fark etmez ki. Adam bir düğmeye basıyor, yüzlerce kişiyi öldürüyor. Daha büyüğüne gidelim.
- Onları da sevmeyelim.
Niye sevmeyelim? Var oluşu inkar etmiş oluyorsunuz. Oysa var oluşu idrak ederseniz, var oluşu idrak ederseniz, benim geldiğim yargısızlık noktasına gelirsiniz.
- Ne yapalım yani. Kötülere şefkat mi gösterelim!?
İyi-Kötü yoktur. Bütün ve tek olan enerjinin pek çok maksatla bir oyun gibi tasarladığı, herkesin bir parçasını gerçekleştirdiği ve aslında toplamda tek bir deneyim sürecimiz vardır. Bu anlamda herkesin içsel gerçeğini bildiğim için kimseye şefkat gösterin demiyorum. Şefkat de yanlış aslında.
-Peki, ne hissedeceğiz? Yargılamayacağız madem...
İçsel anlamda olana sonsuz izin vereceksiniz. Bu yalnızca düz kabul ile mümkündür. Neticesinde oluşan ifade şefkat göstermek gibidir. Oysa içsel temeli kabul etmek ve izin vermektir.
-Kabul edilemez bir şey değil mi bu?
Kabul edilemez bir şey yoktur. Eğer yaşamın içinden dünyasal gözle bakarsanız, adamın sevgilisinin kafasını kesmesi berbat, kabul edilemez bir şey. Siz dünyasal, yani size öğretilen şekilde bakıyorsunuz. Yanlış diyorsunuz, kötü diyorsunuz... Yargılıyor ve derin bir reddediş haline giriyorsunuz. Dünyasal olarak yapmış olduğunuz şey yüzde yüz doğru. Kimseye itirazım yok, eskiden ben de böyleydim. Ama ne zaman ki ben Botan'la ve sonrasında herkesle ve evrendeki esas gerçekle yüzleştim, ondan sonra bir yargım kalmadı. Kabul geldi...

'Önce parasızlığı kabul etmeliyiz'
-Şu parasız kalma korkusuyla ilgili bir kaç tüyo verseniz...

Para konusunda şöyle bir örnek vereyim. Bir kere önce parasızlığı kabul edeceksin. Kendini maddeyle doldurma, zenginleşme ihtiyacından vazgeçeceksin. Her türlü fakir görüntünün içinde çok güzel olduğunun, çok zengin ve şahane olduğunun bilincine erişeceksin.
Benim anlattığım şey seni kendine götürür. Baştan hiçbir heyecanı yoktur. Öte yandan "kendin" olmak zaten senin için yeterince heyecanlandırıcı olmalı. Tek motive noktan bu olmalı. Bu yüzden önce parasızlığı, fakirliği kabul et diyorum.
Kendimden bir örnek vereyim. Eskiden markete giderdim alacağım şey biraz portakal biraz elma. 100 lira harcanacaksa 500 lira harcar, almayacağım ne varsa alırdım. Etrafa karşı "Ne kadar iyi çocuk. Evine ne kadar düşkün. Bak parası da var, demek ki işinde de başarılı" dedirtmek için.
-Onaylanmak için böyle yaptığınızın farkına vardınız...
Onay, takdir... Bunun için 400 lirayı çöpe atıyordum. Ben bugün 4 lirayı bile çöpe atmıyorum. Benim 1 liram bile çok değerli. Bunu anladığımda para bana gelmeye başladı. Önce parayı bileceksin, paranın değerini anlayacaksın. Para benden daha değerli değil ama paranın ve kendi değerini doğru yere koyacaksın. Para değersiz de değil. Har vurup harman savrulacak bir materyal hiç değil. Tam ihtiyacım kadar harcamam gereken bir enerji.
-Artık ihtiyacınız neyse onu alıyorsunuz öyle mi?
Evet. Evrendeki sistem böyle işler. Her şey, her enerji kararıncadır, gerektiğincedir. Ben yine domates, peynir ekmek yiyorum ama şimdi çok tatmin oluyorum bundan. Eskiden değildim. O fakir yemeğiydi eskiden. Şimdi zengin yemeği, benim yemeğim. Dolayısıyla ben seni parasızlıktan kurtarmayacağım. Sana fakirliği kabul ettireceğim önce. Önce fakirliği reddetme, fakirlikte bir problem yok. Fakirleri reddettiğin zaman bütün fakirleri reddetmiş oluyorsun. Dediğim gibi kabulsüzlük varoluşun kendisine aykırıdır.
-Zengin gibi düşünüp fakir gibi yaşıyorsunuz yani...
Evet. İçinin zenginliğiyle yaşayanlar, nefislerinin açlığıyla masaya oturmazlar. Toklukları paralarına ve yaşamlarına da gereken dengeyi getirir.



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.