Sıradan bir bayram ziyareti... Eller öpülmüş, ikramlar gerçekleştirilmiş, eğer varsa imkan, harçlıklar da dağıtılmış. Ve olay zurnanın zırt dediği yere gelmiş.
Ailece ziyaretinde bulunduğunuz yaşlı akraba- hala, amca, büyükanne, dede artık Allah ne verdiyse- klasik büyük şovuna geçmiş bulunuyor...
Nasıl ki büyük bir illüzyonistin final numarası bir kadını ikiye ayırmaksa, bu yaşlı akrabanızın da gösterisinin finalinde aile albümünü göstermek yer alır.
Aslında burada başrolde siz varmışsınız gibi gözükür:
- Bak yavrum bu sendin. Hep ağlardın annenler gidince. Ama bir tek bize gelince sesin kesilirdi, gıkın çıkmazdı.
- Gençlik işte! Askerde komutan postasıydım ben. Kral askerlik yaptık! Canım ne zaman istese dışarı çıkardım.
- Sünnetçiyi görünce hemen tabanları yağlamıştın... Çok zor yakaladım seni.
Tabii aslında dikkat çekilmek istenen siz değilsinizdir. Hatırlatılan ve o vesileyle hatırlanan, yaşlı akrabanızın gençliğidir. Sizi işaret eden o titrek parmağın sahibi, aslında içten içe kendi gençliğine bakmaktadır. İçinden ettiği dualarda, farkedilmek vardır. 'Yaa, demektedir size usulca... Bugün adam yerine koymadığın, bayramdan bayrama hatırına gelen bu ihtiyar senin için neler yaptı! Taş gibiydi, taş! Yemedi yedirdi, sırtında taşıdı. Çocukluk kahramanını ne çabuk unuttun?'
Böyle böyle yad edilmek ister. Hele yaşı kendisine yakın biri varsa da ' Abla sen de ne kadar güzeldin o zamanlar! Hoş, hala güzelsin yaa..' 'Yok canıım' derler yalancı ve utangaç bir tevazu içinde. 'O o zamanlardı. Geçmiş artık bizden.' Bu şekilde de iltifatı teyit ettirmek, gerçekliğinden emin olmak ister.
Eski ve mümkünse biraz sararmış aile albümleri, önemimizin kalmadığı günlerde üzerimize sardığımız geçmiş güzel günlerin sıcak battaniyesidir işte.
İnsan fotoğraflarda hep ilk olarak kendi yüzünü arar. Grup fotoğraflarına ilk kez bakan insanların odak noktalarını görüntüleyebilsek, bir grup şaşı insan görecektik. Çünkü her biri başka bir yere bakıyor olacaktı...
Gen denen şey bu kadar bencilken, aslında çocuklar için yapılan fedakarlık hikayeleri bana pek de romantik geliyor. İnsanın kendi kadar çok, hatta daha çok seveceği canlı, mutlaka kendisinden bir parça taşımalı... Çocuğun için saçını süpürge ettiysen, aslında kendin için etmedin mi bir anlamda? Çocuk senin bir parçansa eğer, ve kendisi talep etmediyse senden dünyaya gelmeyi, onun sana bir borcu olmamalı!
Senin kendini çoğaltma arzunun bir parçası değil mi?
Senin yeni sürümün değil mi o?
Senin yapamadıklarını yapacak kişi değil mi senin çarpık anlayışına göre?
Sana ait olmayan bir çocuk için aynı fedakarlıkları yapabilir miydin?
Eğer evet diyebilirsen sen gerçekten bir çocuğu, ya da kendinden başka bir canı sevebilen yüce bir varlıksın... Yoksa, emin değilim o kadar.
Tüm ebeveynler şöyle demez mi? 'Çocuk çook zor, ama bir o kadar güzel.'
Bu kadar zor olan, insanı aç, susuz, uykusuz bırakan, hasta eden bir başka varlığa yedi yirmi dört katlanmak mümkün mü?
O yüzden, hiç 'Ben çocuğum için şunları feda ettim.' Mavalını okumayın bana! Çocuğu, kendi farkında olmadığınız çocukluk yıllarınızın farkındalığı için kullanıyorsunuz. Yaşayamadığınız şeyleri yaşasın ve yaşatsın diye seviyorsunuz. Yani onun mutlu, müteşekkir gözünde kendi varlığınızın yansımasıdır gördüğünüz. Çocuk aracılığıyla kendi eski varlığınızı yeniliyor, kutluyorsunuz.
Ne zamanki aile albümlerinde çocukluğunuzu size gösteren o eski akraba, o ebeveyn göçtü gitti, o zaman kendi çocuğunuza daha bir sıkı sarılmıyor musunuz? Çünkü bu kez de çocuğunuzda ananıza, babanıza sarılıyorsunuz. Sarıl bana anne, öyle yalnızım ki...
İyi bayramlar
Allah'ım Kurban bayramı'nın bu ilk gününde insanların yola gidişi olduğu gibi dönüşü olsun, yollar kan gölü olmasın. Van'daki depremzedelerimiz ayazda kalmasın. Yardımlarımız sözde kalmasın. Bayram hürmetine eli kanlı cani iflah olsun. Şu köşeyi okuyan tüm kullarının hem öpecek hem de öptürecek bir çift eli olsun Ya Rabbim. Amin!