Haftalık yazı yazmanın belalı bir yanı var: Her ne kadar güncele bulaşmadan, zamansız yazılar yazmayı sevsem de arada sırada gündemdeki bir konuya değinecek olsam ya geç kalmış oluyorum, ya da müneccimlik yapıp bir olayı olmadan öngörmem gerekiyor. Geçen hafta da böyle oldu.
İlkinde büyük konuştuğum ve 'Hayatta tutmaz. Gecenin bir yarısı insanlar yıllardır yapmadıkları alışverişi mi yapacak yani?' dediğim alışveriş festivali bir başarılı oldu ki bana da kapak oldu. Bu kadar büyük konuşunca o gece eğlenmeye utandım doğrusu... (Tabii ticari başarısını tartışabiliriz ama yiyecek içecek işletmelerinde yer bulmak imkansızdı.)
Bu sene organizasyonu daha başından sahiplenmeye hazır olsam da yazımı 16 Aralık'tan önce gazeteye teslim etmem gerekiyordu. O yüzden bir kahinlik ve hınzırlık yapmayı uygun bularak kısaca şunları kaleme aldım: 'Başarılı olacağına dair artık içimde bir şühe kırıntısı dahi kalmayan Night Out Shopping organizasyonu eminim bu yazı yayınlandığında yine çok şenlikli geçmiş olacak. Yalnız uzun zamandır kazılan Alsancak belli ki bu geceye yetişmeyecek. Ben Ertan Kayıtken'in yerinde olsam defilemi 'İnşaat işçisi' temalı hazırlardım. Ceren Ağca olsaydım festivalin adını 'Night Out Komando Şenliği" koyar, türlü etkinliklerle de süslerdim. Künk içinden sürünerek geçme, bir mahallenin elektiriğini en çabuk kesme, çamur güreşi gibi yarışmalar yapardım. Ayrıca offroad yarışları da yapar, geceye adrenalin taşırdım.'
Cuma sabahı Alsancak'ta işlerin apar topar yetiştirilmeye çalışıldığını görünce Alsancak'ın durumunu festival üstünden anlattığım bu sözde komik yazıyı -komik olmamak adına- geri çekmesini rica ettim sevgili Yücel Öziçer'den...
İşler yetiştiği halde derme çatma, eğri büğrü yapılan yollarda tüm gün yağan şiddetli yağmurun etkisiyle bir Venedik efekti yaşayacağımızı bilseydim değiştirmezdim. Gecede 'En iyi fotoğrafçı' ödülünü kazanan ve çamur deryasında koşarak ödül törenine yetişmeye çalışan sevgili Osman Akdeniz podyuma çıkamayınca geç de olsa iki satır bu konuda meramımı anlatayım, dedim. Ama bunun ötesinde İzmir'imizin adını yine tüm Türkiye'ye duyuran bu etkinlikte emeği geçenleri gönülden kutlarım.
İngiliz Kemal
Sinemada Ayhan Işık'ın canlandırdığı meşhur Türk casusu İngiliz Kemal geldi şimdi aklıma! Neden mi?
Obama markasını tescil ettirmek isteyen Türk vatandaşını duyunca gülmüş, 'vay uyanık vay, şu bizim milletin girişimci zekası bir acayip' demiştim.
Ama benzeri bir haber İngiltere'den gelince, gülemedim. Kara kara düşünmeye başladım. İngilizin biri, Atatürk ismini ticari markası olarak patent altına almış. Bizim bu işlemin iptaline ilişkin açtığımız dava kabul edilmemiş. Şu günden sonra, sahip olduğumuz en önemli marka, bize ait değil!
Bizde dinin bezirganları olduğu kadarıyla elbette Ulu Önder'in ismini de ticari fayda elde etmek için etiket olarak kullananlar olmuştur. Ama en uyanık, en üçkağıtçı adam bile bu ismi bir marka olarak tescil ettirmeyi -doğal olarak- düşünememiştir. Atatürk düşmanlarına bu marka altında asla bir şey satamazsın. Kemalistlere de böyle bir markayla gidersen senin için hiç hayırlı olmaz. E, doğal olarak bugüne kadar bu ismi tescil eden olmamıştır. Devletin aklına bile gelmez böyle birşey! Atatürk, Amerikan bayrağı kadar pazarlanabilir bir değer değildir bizde...
Hayır, merak ediyorum; bu ingiliz bu marka altında ne üretip kime satacak? Gerçi Türkiye'de ticari olarak asla kullanılmayacak bir marka olduğu için hukuki bir sorun yok gibi görünüyor. Peki biz artık bu ismi kitaplarda, yayınlarda kullanırsak isim sahibine uluslararası tazminat hakkı doğar mı? Atatürkçü düşünce dernekleri ne yapacak? Ulu Önderci düşünme dernekleri olarak mı yaşamlarını sürdürecekler? Hey Allahım, kanuni boşluklar bazen insanı gerçekten sıkıntıya sokuyor... Adamlar göz göre göre Atatürk'ümüzü bile çekip aldılar elimizden... Bizim sahip çıkmadığımıza elin oğlu sahip çıktı. Anlaşılan uzak görüşlü kurucu liderimiz, ülkesinden çook önce Avrupa Birliği'ne girdi bile!
Kefen parası
Büyüklerimiz derdi de biz çocuk aklımızla tam olarak anlayamaz, hatta bu sevimsiz çağrışımlı deyimi pek bir yadırgardık : 'Ayol o benim kefen param!' Her kusuruna, haksızlığına, tuhaflığına rağmen bu cennet vatanın, bu kadir bilir toplumun bir ferdi olduğunuza şükredin! Size pek çok şey olabilir, kim vurduya da gidebilirsiniz ama biraz sonra anlatacağım olay başınıza gelmez bu ülkede...
Habertürk'ün haberine göre, orta Amerika ülkelerinden Guatemala'da öldükten sonra 6 yıl içinde mezar parası ödenmeyen cesetler, yerel yetkililerce mezardan çıkarılıp sokağa atılıyormuş! (Bir de bizdeki kurban bayramı ve sokak uygulamalarının vahşetinden bahsederler. En azından yoksulsanız, bir kaç yıl önce vefat etmiş büyükbabanızı caddede yatar halde bulmuyorsunuz...)
Hani, bizde derler ya, 'Senin yatacak yerin yok...' Guatemalalı yoksulun hali de budur, kanımca...
Van minute!
Mehmet Ali Erbil, bir alışveriş merkezinden çıkarken birlikte objektiflere yakalandığı yabancı kızlar için gazetecilere şöyle demiş: 'Onlar yabancı değil, Vanlı. Bize geldiler. Yedirdik, içirdik, giydirdik. Şimdi de yolcu ediyorum. İnsanlık görevimizi yaptık.' Elbette bu sözler Vanlıları incitmiş.
Mehmet Ali bey, başarılı bir komedyen. İnsan gazetecileri memnun etmek için bazen kendini sürekli (espri yapmak zorunda hissediyor. Sözlerinde kötü niyet aramamak gerek. Ancak bu şaka biraz dangalakça. Eğer bu şakada bir alay, bir umursamazlık varsa, kimse meraklanmasın. Bu millet Erbil'i yıllarca 'yedirip içirip giydirdikten sonra şimdi yolcu etmeyi' de bilir. Van'la ilgili espri yapmak da bir yere kadar, e Van minute yani !
En uzun gece
22 Aralık, bilindiği gibi yılın en uzun gecesidir. Yoğun bakımda yatan Münir Özkul'un ailesi için de bu en uzun gece oldu. Çok şükür ki ustanın durumunun iyiye gittiği bilgisi verildi. Sen çok yaşa, Mahmut hoca !