Hürriyet yazarı Sıtkı Şükürer, 17 Mart'ta kaleme aldığı 'İzmir neyin sembolü?' başlıklı yazısında İzmir'in köksüz ve özgüvensiz bir şehir olduğunu ve devrimlerin bu yüzden bu şehirde kolaylıkla gerçekleştirildiğini savunan bir tez ortaya attı ki, ortalık karıştı... Bakın üzerinden iki hafta geçti, ama hala gündemdedir bu konu...
Bu geç kalmış yazı da Şükürer'e cevap değil, söz konusu yazıdan incinenlere bir ortak paylaşım, bir fikir jimnastiğidir.
Bir kere rahat olalım ! Rahatlıktır, İzmirli olmak...
Rahatlık olduğu için hürriyettir, demokratlıktır aslında... İzmirli, aklına geleni yapandır. CHP'lilik değildir ya da bir başka partinin kalesi olmak değildir. Vaktiyle Burhan Özfatura'ya da Piriştina'ya da sahip çıkan aynı İzmir'dir. Türk olan kesimi Türkçü değil, Kürt olan kesimi Kürtçü değildir. Kendi markalarını yaratır ve ihraç eder. Zaten başlı başına marka olmaktır İzmirlilik. Alt ya da üst herhangi bir başka kimliğe ihtiyacı yoktur.
Beyaz Türk diye ötekileştirdiğiniz kesim, sayısı belli olan ve cemiyet dergilerinde gördüğünüz, alttan üstten toplasanız yüz kişidir. İzmir'i İzmir yapan onlar değildir, merak etmeyin. Onlar sadece İzmir'in eğlence hayatının, sosyal sorumluluk projelerinin takipçisidir, hepsi bu. Komplo teorilerine konu olacak kadar önemli değillerdir. İzmir beyaz falan değil, gökkuşağıdır. Her rengi barındırır bünyesinde. Ha, illa da beyazla bağlantı kuracaksın, yüzü aydınlıktır, o kadar...
Kalenderliktir, İzmirli olmak. Son on yılda Anadolu'nun pek çok kenti gelişmişlik anlamında uçarken, 'Nerede benim payıma düşen?' diye sormamaktır. Kendi payına düşenin güzel insan olmak olduğunu, bu harika iklimde yaşamak olduğunu kabullenmektir. Çağdaşlığın mirasçısı olduğunu bilmektir.
Anadolu'yu uygarlıkların beşiği kılan, bu topraklarda 'her şeyden biraz' olması değil midir? Anadolu, dünyanın özetiyse, İzmir de Türkiye'nin özetidir. Tam da Anadolu'nun dünyadaki konumu gibidir, İzmirlilik. Modernizminin de sosyalizminin de milliyetçiliğinin de dindarlığının da kendine özgü olduğu bir cennettir aslında. Aşırılığa prim vermeden her tadı, her aromayı birleştiren bir şeydir, İzmirli olmak. İzmir makas değil tutkaldır, bilakis.
Özgüveni tam olanlar ötekinden korkmazlar ve birlikte bir yaşam kültürü geliştirebilirler. Aynı özgüvenin bir başka özelliği ise, bunu sindirilmeden yapabilmektir. Ancak özgüveni tam olanlar, devrim, değişim gibi kavramları uyarlayıp kendilerine uydurabilirler.
Uyumdur, İzmirli olmak.
İzmir'e 'köksüz' demek bilimsel bir yaklaşım olamaz. Eğer sadece tek bir baskın kültüre sahip olmasını kastetmiyorsanız, tabii... Köksüzlük değil, öksüzlüktür biraz... Tek dokunulmazı, kurucu babasıdır. Bir Atatürk'üne laf söyletmez, ama gerisini dinler, kim söylerse. Onaylıyormuş gibi kafa sallıyorsa, ya kibarlığındandır, ya da umursamazlığından... Muhafazakar olduğu tek konu, yaşam tarzıdır. Alıştığını sever, sevdiğine alışır. Değiştirmeye zorlarsan ortalık biraz karışır.
Köksüz İzmir argümanının tek dayanak noktası, tartışmayı ortaya atanın bakış açısıdır. Bitkilerin örneğin, üç çeşit kökü vardır... Kazık kök, saçak kök ve depo kök. Bazı bitkilerin ana kökü gelişerek besin depo eder. Havuç, turp, şeker pancarı gibi... Bunların klasik kökleri olmadığı için köksüz zannedilebilirler ama onların neredeyse tamamı köktür. İzmir'in de tamamı köktür aslında. İzmirli havuç gibi görüşü keskinleştiren, şeker pancarı kadar enerjik ve turp gibi zinde ve dinçtir. Tabii doğru yönden bakmayı bilirseniz!
Ne İzmir'in irfan geleneği tartışması bitti, ne de İzmir'le ilgili diğer tartışmalar bitecek gibi...
Oldu olacak İzmir girişine radar yerleştirilsin. Bildiğiniz radar değil, o zaten var! Çin'e sipariş verelim, bir iman radarı koysunlar. İmanı eksik olan giremesin. Evet evet, böyle böyle yola geleceğiz biz... Yalan Dünya'nın Vasfiye teyzesinin deyimiyle: 'Ne çektin be İzmir!'
Demek isterim...
* Acılar içinde kıvranırken, 'Oof, damar damar üstüne bindi!' diyen kişiye, 'bunca yıllık kardiyoloğum, böyle vaka duymadım. Mesleği bırakıyorum!' demek isterim.
* Mahallede mal varlığını artık herkesin bildiği, buna rağmen sırf insanımız merhametli diye dayak yemeyen ve sürekli 'eve ekmek götürücem. Bi ekmek parası yavrııım!' diyen dilenciye 'Trabzon mu, mısır mı, francala mı, baget mi?' diye sormak isterim.
* Telefonumu kaybettiğinden dolayı klasik bahaneyi kullanıp, 'valla telefonum suya düştü de...' diyen eski arkadaşa, 'tesadüfe bak, benimkini de inek içti...' demek isterim.
* Sana misafirliğe gelen ve sana güvenen arkadaşının 'eşortman gibi bişeyin var mı canım?' sorusu üzerine, 'var canım. O kelimeyi doğru telaffuz edebilirsen, var o dediğinden...' demek isterim.
* 'Damsız alamıyoruz arkadaşııım!' diyen güvenlikçiye, 'damım olsa zaten senin mekanında işim ne? Ayrıca arkadaşımsan alacaksın, ben anlamam ulen !' diye çıkışabilmek isterim.
* 'Selam dünyalı! Ben dostum...' diye el sallayan uzaylıya (dedemin çiftesiyle yere serdikten sonra), 'yanlış telaffuz ettin kardeşş, sen artık şöminemin başındaki postsun..' demek isterdim.
* Karısının durumuna moda bir empatiyle yaklaştığı için bana gevşek gevşek sırıtarak gelip, 'Hakan! Biiz, hamileyiizz' diyen arkadaşıma , göbeğini işaret ederek, 'abi seninki besbelli. Ama maşallah yenge hala manken gibi!' deyip akabinde sopa yemek isterim.
* 'Bugün olmaz, başım ağrıyor...' diyen kişiye, 'başağrısı akut mu, kronik mi sende? Hayır, bilelim de...' demek isterim.