Yazın son zamanları. Aslında bir ömür boyu akılda olan gitmek, 'köprüden önce son çıkış' gibi iyiden iyiye aklına düşer bu günlerde... Yine de önce beni bir dinle!
Gitmek istiyorsun. Gidesin var. Gidemiyorsun. Sen gidemesen de için gidiyor "gitmek" deyince...
Gitmek istiyorsun ama giderken yakalanmak istemiyorsun. Yakalanırsan, bahanen var hem yakalayana, hem kendine.
Sıkılmıştın, bunalmıştın. Sadece bir nefes almak istemiştin. Doğru önerme. Ama bu, yakalayana bahane.
Gidebilmek demek, seçme özgürlüğünün olması demektir. Yine doğru bir önerme. Ancak bu da, kendine bahane...
Dosdoğru gitsen de burnunun dikine, gitmenin bir doğru şekli var mıdır evrende?
Doğru denen arazi, sınırları belirsiz ve mülkiyetsiz bir arazidir. Herkes, kendince hak iddia eder bu arazi üstünde. Oysa o, kimsenin değil, zamanındır. Doğrular arazisinin sınırları illaki olacaksa, onlar "an"lardan oluşmuş çitlerdir. O an için geçerli olan doğru çizgileri, bir başka an için geçerli değildir. O yüzden doğrudan kaçış yoktur. Tüm kaçışlar an'dandır. Tüm kaçışlar ondandır. Gitmek için tek doğru ölçüt, zamandır. Gitmek istediğin an gideceksin. Çünkü bir an sonra, sınır çizgisinin takatinin yeteceğinden daha uzağa çekilmiş olduğunu fark edersin. Dün gidemezdin belli ki, gidememiştin de zira. Yarın hiç gidemeyeceksin. Gideceksen, bugün gideceksin. Şairin de dediği gibi, "Daha gün doğmadan, deniz bembeyazken çıkacaksın yola. Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında, gideceksin..."
Eğer o an senin hapishanense- sahip olmak da olabilir ucunda, sahiplenilmek de- gideceksin. Mülkiyet hapishanelerinden her gidiş, bir kaçıştır, unutma. Kaçışının sonu ölüm de olabilir. Eğer kısacık bir an dilimi boyunca kendini diri, canlı hissetmek, ölümü karşılayabilecek kadar iyiyse, kaçacaksın.
Tüm kaçışlar özneldir. Şehirden mi kaçıyorsun, işinden mi kaçıyorsun yoksa seni sevenden mi? Bir balıkçı kasabasına mı gidiyorsun, artık avukat değil balıkçı olmaya mı karar verdin, yoksa güzel bir yeme bağlı kancanın ucunda avlanmış bir balık mı olmak istiyorsun? Dert değil, ol hepsini, git hepsine! Sadece tek önemli kuralı göz ardı etme, gitmeden önce...
Gidişinin hesabını kimseye vermek zorunda değilsin. Hepsi unutulur. Zaman aşımından yırtarsın. Ama kendine veremeyecek bir hesabın oldu mu, bunun temyizi, iyi hali, affı yok. Sor kendine: Neden gidiyorum?
O mesleği yapmak için doğmadığını mı fark ettin? Git, yolun açık olsun. Bir an bile dönüp bakma geriye.
Bu şehir artık omuzlarında kaldıramayacağın bir yüke mi dönüştü? Silkin at o şehri, omuzlayıp kaldırabileceğin nice kasaba var.
Bu ilişki gerçekten tıkandı mı? Terazinin sevilme kefesi yerde duruyorken, sevme kefesi boşmuşçasına havada mı? Bu eşitsizlik sana kendini kazıkçı bir esnaf gibi mi hissettiriyor, özür dileyip salıver müşteriyi... Onun da daha iyi bir alışverişi hak ettiğini sen de biliyorsun.
Git, git, git...
Gitme!
Bir koşulda gitme.
Gidişinin bir gidiş mi, kaçış mı olduğunu hesap et. Gidişler, sandığımızın aksine, bir şeyden bir şeye, bir yerden bir yere, birisinden birisine doğrudur. Oysa kaçışlarda bu yerler, durumlar, kişiler sadece kendimizi akladığımız araçlardır. Kaçanın yuvası yoktur. Kaçan hep kaçmak zorundadır. Çünkü kendinden saklanabileceğin tek bir delik bulamazsın bu koskoca evrende...
Her kaçışta bir kendinden geçiş vardır. İlk olarak hazzı yaşar, kendinden geçersin. Sonra, kaçılacak tek kapının kendinden geçtiğini fark edersin.
Kaçma! Kendine açılan kapının anahtarı kendinde değilse, kaçma... O anahtarı elinde tutanı bul. İster güzellikle, ister zorla elde et o anahtarı. Anahtarı bir kez geçirdin mi eline, kapının önüne geçecek ve düşüneceksin. Kendinden kaçamazsın. Ama anahtar elindeyse, artık kaçmana da gerek yok. Özgürsün. Ama hala gitmek mi istiyorsun?
Şimdi, buyur git. İçin rahat, ayağın pınar, başın göl olsun. Özgür insan, yolun açık olsun!
Kedin varsa şehadet getir!
İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre, yılda 350 bin İngiliz, intihar riskiyle karşı karşıya kalıyormuş. Araştırmada ev hayvanlarında oluşan ve şizofreniyle ilişkisi olduğu düşünülen Toksoplazma gondii isimli bir parazit evde yaşayan insanlarla etkileşime geçiyor ve evinde kedi olan kişiler intihar riskiyle karşı karşıya kalıyormuş.
Bence bu uzmanlar sebep sonuç ilişkilerini biraz karıştırıyorlar. Yıllarca, vücut yağını kurutan cilt ilacı Ruakutan'ın depresyona ve intihara meyil yarattığı söylendi. Oysa bu ilacı zaten ağırlıklı olarak ergenlik çağında gençler kullanıyor. Bazı cildiyeciler de ergenlik döneminde zaten görülen intihara meyil ve depresyon eğiliminin ilaçla ilişkilendirilebileceğini söylüyor.
Benzer şekillerde şöyle bir bağ kurabiliriz: Dondurma tüketilen aylarda boğulma riski yükseliyor. İnsanları boğan dondurmaymış gibi görünüyor, öyle değil mi? Oysa dondurma tüketilen aylar, yaz ayları. Eh, en çok denize girilen aylar da bu aylar olduğuna göre...Konunun dondurmayla bir bağı var mı sizce?
Kediseverler için de böyle bir durumun sözkonusu olduğunu sanıyorum. Kedileri en çok seven ve besleyen kesimin, evde yalnız yaşayan kadınlar olduğundan hareketle, bu grubun intihar riskini daha çok taşıdığını söyleyemez miyiz?
Yani kedisi olanlar rahat olabilir, cinayeti çözdüm ben...
Profil fotoğrafı
'Elalemin ağzı torba değil ki büzesin' diye bir söz vardı. Şimdi anlıyorum ki torba! Evet evet, elalemin ağzı torba. Özellikle şimdiki genç kızların. Facebook'ta, İnstagram'da, bakıyorum, profil fotoğraflarında hemen hemen tüm genç kızlar, güzel, çekici görüneyim diye dudaklarını büzerek poz veriyor. (Hoş, anneleri de dudaklarını silikon dolguyla şişiriyor.) Bizim zamanımızda yine bir deyim vardı, belki hatırlatmak yerinde olur: Maymun kıçını görmüş, yaram var demiş. Bilmem anlatabildim mi?