Diğer pek çok sanat dalının aksine, yazmak en asosyal uğraşlardan biridir. Oyuncular birlikte gezer; keza müzisyenler. Pek çok ressam bir arada resim yapabilir. Ortak sergilere, sosyal sorumluluk projelerine katılır. Oysa yazmak öyle midir? Özellikle de düz yazı. Siz hiç Orhan Pamuk, Nihat Genç ve Elif Şafak'ın 'hadi arkadaşlar! Biraları alıp yazmaya gidiyoruz ..' dediğini duydunuz mu? O yüzden yazmak, yalnızlığa kesilmiş bir bilettir.
Yazı yazmak bir yardım çağrısıdır aslında. Nasıl ki bir adadan kurtulmak isteyen kazazede bir cam şişe içinde çığlık atıyorsa yazmak da biraz böyle bir iştir. Yazmak, 'imdat! Kurtarın beni bu adadan! Beni duyan yok mu? Beni anlayan biri yok mu?' diye bağırmaktır.
Garip ve paradoksal olan, yalnız olduğu için yazan kişinin yazdıkça daha da yalnızlaşmasıdır. Sözcüklerinin bir süre sonra suya dönüşerek içinde bulunuğu minik adayı ana karadan biraz daha ayırdığının farkında bile değildir yazan kişi. Yazmak bir anlam bulma, bir anlayacak bulma arayışının beyhude çabasıdır. O yüzden her yazar biraz Robinson, her okuyucu da adayı şenlendirerek yalnızlığa son veren bir Cuma'dır.
Ben de geçtiğimiz günlerde müzmin bir Robinson olarak adaya yeni Cuma'lar çekmek istediğim için yeni kitabım 'Ben Senin Bildiğin Kızlardanım'ı okuyucusu ile buluşturdum. Postiga yayınlarından çıkan kitap, biraz duygusal, çokça muzip, zaman zaman felsefi tadlar da taşıyan kadın hikayelerinden oluşuyor.
Bu yolculukta ve kitabın serüveninde beni yalnız bırakmayan değerli isimler var:
Kitabın ana çıkış noktasını sağlayan fikriyle sevgili Aziz Dağdelen...
Kitabın daha iyi olması için yeri geldiğinde o zarif üslübu ile benimle kavga bile etmeye kalkışan, canım Renin Yükseler'im...
Kitabın ismini bulan meslekdaşım Murat Can Canbay...
Kadim sunucu dostum Zahide Yetiş, bana kendi yayınevi ile çalışmak konusunda yol gösterdi.
Postiga Yayınevi sahibi Nurettin Hacıkurtiş ve sevgili editörüm Ece Korkmaz... Onlar olmasaydı bu kitap var olmazdı.
PR ajanım, kitap dünyasının kurdu Sayım Çınar (laf aramızda, genç olmasa, 'Ulu Çınar' dediğimde hoşuna bile gidecek)... Sayım bu kez meşhur bavuluna bizim kitabı da attı.
Başta sevgili Şebnem Bursalı ve Yücel Öziçer olmak üzere Yeni Asır ailem... Tanıtım konusunda hepsinin önemli katkıları var.
Diva dergisinden sevgili arkadaşım Demet Başeğmez Türkeli, kitaba çok destek verdi.
Mega Life ve Bestyle gibi İzmir'in önemli cemiyet hayatı dergileri... Harika röportajlar yaptılar. Gözde Yener ve Nour Khasawneh Çitköylü 'ye özel bir teşekkür...
Sanatçı Asrın'la çalışan menejer Murat Gümüş, kitabın tanıtımına karşılıksız destek önerenlerden, sağolsun.
Yetenekli öğrencim Fulya Demirören, kendisine ait 'Slow Türk' gibi bol takipçiye sahip facebook sayfalarında kitabımızı çarşaf çarşaf tanıttı, var olsun.
Bakalım 'Ben Senin Bildiğin Kızlardanım'da, okuyucumuz kendisini bulacak mı?
Meraklıları için kitap D&R ve seçkin zincir kitabevlerinde satışa sunuldu. İyi okumalar...
Özgür kız gerçekten özgürmüş
Özgür kız Nil Karaibrahimgil'in köşesini daha önce hiç okumamıştım. Kitabına (Nil'in Kelebekleri), ne yalan söyleyeyim, biraz da burun kıvırarak boş ama hoştur, gibi ön yargılarla başladım. Başlamamla burnumun sürtülmesi bir oldu.
Nil'in Kelebekleri, kesinlikle boş bir kitap değil. Hatta zaman zaman anlaşılması zor bir hal bile alıyor. Karaibrahimgil, ailesinden gelen rafine ve belki biraz da bohem hayat tarzını yazısının her yerine sindirmeyi başarmış. Aslında başarmış da diyemem, çünkü başaramak fiilinde yoğun çaba var. Nil öyle rahat, öyle konuşur gibi, öyle düşündüğünü yazıyor ki, ancak dertleşme denebilir. Çabasızlığı zaten onun tarzı olmuş. Öyle kendiyle barışık, öylesine rahat ki!
O, hayat üstüne hepimizin karşılaştığı ve düşündüğü şeyleri hiçbirimizin algılamadığı şekilde algılayıp kağıda dökmüş. Bazen mürekkep yerine gözyaşı bazen de kahkaha kullanmış. Nil'in günlüğü de sayılabilecek olan kitap, bugün ihtiyacımız olan sıcacık arkadaş kitaplardan... Yaşamda durup bir mola vermek, kalbinin yerinde erimiş bir karamel taşımak isteyenler için. Özgürlüğün gerçekten ne olduğunu merak edenler için. Bilgeliğin kocaman kocaman sözler etmek değil, yaşam derslerinin küçük harflerle fısıldanması demek olduğunu bilenler için.