• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Yeni Asır sevgisi yürekte başlar... HÜROL DAĞDELEN

Yeni Asır sevgisi yürekte başlar...

hurol.dagdelen@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 18 Eylül 2009, 12:23
Her insanın beynindeki anı defterinde özel bir yer tutar babasının görev yaptığı yer...
Hele küçük yaşlarda ise...
Babam Şeref Dağdelen, yıllarca İzmir Telefon Başmüdürlüğü'nün Gümrük'teki binasında veznedar olarak görev yaptı; dönem, Sezen Aksu'nun santral memuresi olarak çalıştığı dönem, 70'li yıllar...
Babam kimi zaman beni de götürürdü çalıştığı mekana... Yaşım, 9-10 civarı... Onun arkadaşlarıyla sohbetini, kahkahalarını, arı gibi çalışmalarını izler, o birlikteliğe hayran kalırdım.
Hemen hepsinin masasının üzerinde Yeni Asır vardı, babam da akşamları mutlaka eve getirirdi gazetesini...
Babamı yıllar önce kaybettim, arkadaşları ne halde bilmiyorum ama beynime kazındı o bina; her karesiyle...
Şimdi zaman zaman, telefon ücretini ödemeye gidiyorum oraya... Sadece vezneler var, bir ya da iki memur... Ortalık sessiz.
Birçok köşesi yenilense de, girişi değişmedi binanın, hala dünkü gibi...
Sadece ben, babam ve arkadaşlarının "kahkahalarını" duyuyorum her gidişimde...
Anılar geliyor aklıma, bir tarafta da özlem...
***
Önceki gün, karşımda "Merhaba" derken buluverdiğim Sinem de, yüreğinde o duygularla gelmişti sanırım Yeni Asır'a...
Yazdığı "Arıza" adlı kitapla bir anda popüler olan ve eserinin ilk baskısı bir günde tükenen Sinem Ersever, iki ulusal gazetenin röportaj yaptığı, çeşitli televizyonların konuk ettiği bir isimdi aslında...
Ama onun yüreğinde Yeni Asır vardı, "Benim için önemli olan gazetem" diyordu.
Bana kitabı neden yazdığını, yaşadıklarını anlatırken, ara sıra da çevresine bakıyor, her bakıştan sanki bir anlam çıkarmaya çalışıyordu.
Yaşının üzerinde bir olgunluk vardı duruşunda...
Gururlu, işe yeni başlayan bir genç gibi heyecanlı, bilinçli ve zekiydi.
Bugüne kadar, kimsenin aklına getirmediği bir konuyu işlemiş, bir anda Türkiye'nin gündemine oturmuştu.
Ersever, "Arıza"yı araştırmakla kalmamış, bu tür insanlarla nasıl iletişim kurulacağını gösteren bir de rehber hazırlamıştı kitabında...
Onu dinlerken "arızalar" geldi aklıma; son yıllarda o kadar çoğalmıştı ki!..
***
Dün röportaj sayfamızda okuduğunuz sohbetin bir yerinde çok özel şeyi paylaştı bizimle Sinem...
Nasıl Yeni Asır hayranı olduğunu...
Hiç görmediği ve özlemle andığı babası Ziya Ersever, yıllarca Yeni Asır Gazetesi'nde hem muhabir hem de büro elemanı olarak çalışmış... Dönem, 80'li yılların başı...
Sinem, o yıl dünyaya gelmek üzere, 6 aylık... Annesi ve babası büyük heyecanla bekliyor bebeklerini... Bir gün karı-koca yürüyüşe çıkmış ve çok büyük bir dram yaşamış; bir trafik canavarı koparmış babasını Sinem'den, kavuşmaya "az" kala...
O güleç yüzlü, başarılı gazeteciyi, daha 26 yaşında...
Ziya bey, eşini ve yavrusunu kurtarmak isterken, kendisi otomobil altında kalmış...
***
O yüzden babasız büyümüş genç kız... Ona hasretle, onun çalıştığı son kurum olan Yeni Asır'a da saygıyla...
Annesi evinde hiç eksik etmemiş Yeni Asır'ı; o da, o sevgiyle büyümüş...
"Bu yüzden" dedi ve ekledi: "Babamla öyle özdeşleştim ki, 26 yaşıma gelince öleceğim hissime kapıldım. Hayatı hep hızlı yaşadım. Türkiye yetmedi, İngiltere'ye yerleştim. Genç yaşımda ajans sahibi oldum. Şimdi Londra'da seminerler verecek kadar, tecrübeliyim. Ve orada da Yeni Asır'ı internetten takip ediyorum. Ara sıra İzmir'e geliyorum. Şu an 29 yaşındayım yani hayattan 3 yıl çaldığımı düşünüyorum."
***
Onunla Yeni Asır'ı gezerken hissettiğim, o sıcacık bakan göz pınarlarında biriken yaşlar ve inanılmaz bir duygu yüküydü. Sık sık, "Acaba babam bu duvarlara dokundu mu", "O yıllarda acaba aynı masalar mı vardı", "Bu merdivenden çıkarken, arkadaşlarıyla şakalaştı mı" diye sordu bana...
Keşke ona yanıt verebilseydim, keşke babasını tanıyabilseydim...
Yutkundum, "Mutlaka" diyebildim sadece, o ise hep gülümsedi.
Ama o duyguyu tanıyordum, çünkü ben de yaşamıştım.
Ancak ben şanslıydım, babamla yaşadım o anları... O ise hiç dokunamadığı babasının nefes aldığı her anı, arkadaşlarından duymak istiyordu.
Buna, "özlem denizi" denmez de ne denir?

SÖZÜN ÖZÜ
Ne söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman söylediğini unutma.
Hz. Ebubekir

Kamuoyu baskısı sonuç verdi
"Münevver Karabulut'un katil zanlısı Cem Garipoğlu, yakalandı."
Bu haber, bültenlere düştüğünde, müthiş bir rahatlama hissettiğimi anımsıyorum. Nedeni, en başta, aylardır artık gerilim filmine haberler, Münevver'in babası Süreyya Bey'in yakarışlarının son bulacağına inancım ve İzmir'den giden, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın verdiği sözü tutmasıydı.
Suçunu polise itiraf ettiği söylenen Garipoğlu'nun, kamuoyu ve medya baskısıyla teslim olması, sanırım sadece benim değil, Türkiye'nin de rahatlamasına, kendine gelmesine neden oldu.
İşyerimde bile bayram havası estiğine göre....
***
Çünkü kuşkular, dedikodular bitmek bilmiyordu. Çamur atmalar, suçlamalar art arda geliyordu. Toplum güven bunalımı yaşamaya başlamıştı.
Düşünün, zavallı Münever için bile neler dediler...
Ortalık savaş alanı gibiydi. Hatta, birçok kişi için bu olay rant kapısı haline bile gelmişti. Şükür kabus bitti.
İşin en ilginç tarafı, Cem Garipoğlu'nu dünyanın dört bir yanına götüren basın... Hatırlayın, bir gün ABD'de, bir gün Rusya'da saklandığı haberleri manşet oluyordu.
Oysa, Cem Garipoğlu'nun ifadesinden çıkan sonuç, İstanbul'daymış... Ve polis aylarca uyumuş. Ta ki Çapkın gelene kadar...
Şimdi iş, hayatının baharında vahşice katledilen genç bir kızın ruhunun huzur bulmasında...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.