Giriş Tarihi: 01 Haziran 2010, 18:47
Türk Sanat Müziği'nin çok sevildiği bir evde doğup büyüdüm. Annemin ve babamın sesi güzeldi, sabahları "Salıncaktır genç kızların oyunu" şarkısıyla uyanır, defli, cümbüşlü "Şimdi uzaklardasın" şarkısıyla gece uykuya dalardım.
Radyoda da sanat ve halk müzikleri... Bu geleneksel müzik kültürümüze emek vermiş bestecilerin yer aldığı programlar, yurttan sesler...
Kısaca, o küçücük beynimde, yüreğimizin sesinin müziğin tınısıyla birleştiği anlar kaldı daima...
Sonra üniversite yılları... Okulun kurduğu Türk Sanat Müziği Korosu'nun seçmelerine katılışım, kazanma sevinci ve iki kaliteli hocayla geçecek 3 koca yıl...
Biri sanat müziği sevdalısı müzik hocam Yusuf Yıldırım ve diğeri, yurdumuzun en önemli müzik adamlarından rahmetli Çinuçen Tanrıkorur...
***
İkisinin de farklı özellikleri vardı; Yusuf hoca, daha çok günümüze uygun şarkılara çalıştırdı, Çinuçen hoca ise, klasik eserlere ağırlık verirdi...
O sayede, ülkemizin en önemli bestecilerini tanımış oldum.
Titiz bir adamdı. Yanlış nota bastığımızı hissettiği anda, şarkıyı baştan alırdı, defalara...
Eserin hatalı okunmasına deli olurdu, tepkisi sertti; "Sanat müziğine saygısı olmayan insanın, topluma da faydası olmaz" derdi.
Onu şimdi çok daha iyi anlıyorum.
***
Çok sık gidemiyorum Türk Sanat Müziği konserlerine... Gün içinde yorulan beynime aslında ilaç gibi ama tembellik işte...
Ancak, yıllardır İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda solist olarak görev yapan, eski bir gazeteci İdris Ercan dostumun defalarca yaptığı çağrıya bu kez kayıtsız kalamadım.
Benim gibi bu müziğe sevdalı eşimi de yanıma alıp, tuttum Atatürk Kültür Merkezi'ni yolunu...
Çünkü gecenin bir amacı vardı. Bir anlamda, kısa bir süre önce kurulan, "Türk Sanat Müziği'ni Koruma ve Yaşatma Derneği'nin bir etkinliğiydi bu...
Bir de, sanatçı kimliğine, müziğe saygısı ve sevgisine hayran olduğum bir ünlü isim konuktu geceye; Ahmet Özhan...
***
Gece, Hayati Çiftçi yönetimindeki İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun, nefis konser geçidiyle başladı.
Birbirinden özel şarkılar, art arda sıralandı; sanatçıların musiki disiplini ve ses düzeni bir harikaydı.
Koroya hakim bir yönetmenin, Hayati Çiftçi'nin da usta manevralarıyla, yedi şarkıyı keyifle izledik hanımla...
Hani "huşu içinde" derler ya, aynen öyle...
***
Ardından o büyülü sesiyle; hala dinamik ve müziğe hala tutkulu Ahmet Özhan geldi sahneye...
Tıpkı 30 yıl önce, yüreğime girdiği gibi...
Ünlü bestekarımız Sadi Hoşses'in anısına düzenlenen gecede, sanatçı birbirinden özel şarkıları, öyle duygu dolu ve coşkulu okudu ki, salonu dolduran bir avuç izleyici, sanırım müziğin büyüsüne kapılıp gitti.
Yani Ahmet Özhan yine yapmıştı yapacağını; o benzersiz ses rengiyle, her şarkıdan önce yaptığı, eser ve besteciyle ilgili açıklamalarıyla, konuklar ve saz heyetiyle kurduğu pozitif temasla, kendisini hayran bıraktırmıştı.
***
Sözün özü, Türk Sanat Müziği, bizim öz ve can müziğimiz... Beynimizden, yüreğimizden, duygularımızdan bir parça...
Onu sık sık yaşamak gerek...
Ancak sanat müziğinin ekranda gece yarısından sonra yayınlanması ve popüler müziğe yenik düşmesi öfkelendiriyor beni...
Korunması için bir dernek kurulması bile içim acıttı benim... Ama gerekliymiş, konser sonrasında bunu daha iyi anladım.
İşte bu yüzden çocukluğumu özlüyorum. O sanat dolu günleri, geceleri...
Bencilliği yenmek boynumuzun borcu!
Karamsarlığa hiç gerek yok, hayat akıp gidiyor.
Yalnızsa yalnız...
Gerekirse topluca ama hayatı doluca yaşamalı.
Önemli olan, birilerinin ipine bağlı yaşamamak...
Yeri gelince tepkili, kimi zaman da yürekli olmalıyız.
Dayatılanı değil, gerçeğimizi yaşamalıyız.
Yüzleşmekten korkmadan, cesur adımlarla...
***
Hayat akıp gidiyor, elimizde tek sihirli değnek
İnsanca umut...
Bakın ne diyor sevgili Can Dündar bir yazısında:
"Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı..."
***
Bu, bir umutsuzluk satırları değildir, aksine bir dünya gerçeği...
Çünkü giderek yalnızlaşıyor insan...
Üç nedeni var:
Bilgisayar, internet, ikiyüzlü ilişkiler...
Teknoloji, içine kapadı insanı, sosyal yaşamdan kopardı, cesaretini kırdı, insan ilişkilerinde yıldırdı, bedeni korku sardı.
Sonuç ortada, kıran kırana bir savaşın içindeyiz.
Bu, bireyselliğin başkaldırısı aynı zamanda...
Ama mücadele formülü de hazır.
Toplumsal bilinç.
***
Toplumsal bilince sahip insanı, ne yalnızlık bezdirebilir ne sahtekarlık...
Ne elindeki medya ve para gücünü, kendi çıkarına yontan, insanlığı köle eden zihniyet...
Ne de savaş stratejileri...
Bilinçli insan, dünyanın evrenidir.
Kültür, toplumların nişanı.
O halde, umutsuz olmaya hakkımız yok.
Atatürk'ün çocukları olarak, yalnızlığı da, bireyselliği de, terörü de, bencilliği de yenmek boynumuzun borcu...
Çağdaş bir gelecek için, seçkin bir topluluğun üyeleri olmak için...
Yapacağımız tek şey var:
Kendimize inanmak.
Kurgularıyla bizi yüreğimizden hançerleyen karanlık güçlerin dayattığını değil, gerçeği savunmak...
O zaman tünelin ucu aydınlıktır.
Manga büyük iş başardı
Genç topluluklar içinde, takdir ettiğim, müziğini beğendiğim bir grup olan Manga, Eurovision'da gerçekten çok büyük bir iş başardı.
"Türk müzisyen Rock yapamaz, beceremez. Yapsa yapsa göbek attırır" diyen önyargılı soytarıları hem mahçup etti hem de Türk insanının önünü açtı.
Türkiye, müzikte de bir markadır artık...
Çünkü Eurovision Şarkı Yarışması, tahmin edilenin aksine, dünya insanına malolmuş, dikkat çeken bir organizasyon oldu.
Evet, Eurovision komşu ülkelerin birbirine yalakalık ettiği bir yarışma belki ama, Manga onu da yenebileceğimizi gösterdi.
Grup hafta sonu da İzmir'e geliyor, Ooze Venue'ye... Alkışlamaya gidilmez mi?
GÜNÜN SÖZÜ
Dostluk, verdiğini unutmak, aldığını ise daima hatırlamaktır.
Alexander Dumas
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.