Bildiğim bir şey var; İzmir, İstanbul'dan sonra sanat, ticaret, bilişim ve ekonominin beyni olacak, "seçilmiş" bir şehir...
Çünkü veriler öyle; İstanbul artık doydu, dünyaya sunmak için yeni pencereler açmak gerek, bunun için de en ideal kent İzmir...
Yani yakında sessizliğimizi, özgürlüğümüzü bozacak yeni gelişmeler olacak gibi görünüyor.
Bu nedenle hazırlık yapmak lazım...
Medyada, iş dünyasında, kent kimliğinde, körfezinde, doğasında, tarihsel boyutunda...
Şehirleşme açısından, kağnı hızıyla büyüse de İzmir, tonlarca yükü taşıyacak bir kapasiteye sahip...
Ancak gelecekte bunalmamak için yeni yollar, yeni köşeler, yeni mekanlar keşfetmek gerek... Çünkü kent özellikle, kuzeye doğru bir gelişme evresi içinde...
***
İzmir'de görev yapan "Ulaştırma Komisyonu" bunun farkında olan, her ayrıntıyı hesaplayan bir beyin takımından oluşuyor.
Ayın belirli günlerinde toplanıyor, yeni kararlar alıyor, şehri izliyor, kent kimliğine yeni artılar ekliyorlar.
Her toplantıda bir "beyin fırtınası" yaşanıyor, yeni fikirler ekleniyor.
Bu ekipte yer alan bir dostum var; Makine mühendisi Hasan Ali Çakır... Yıllardır İzmir'de, Devlet Demiryolları'nda görev yapıyor.
Kenti, ihtiyacını, ulaşımdaki sıkıntısını çok iyi biliyor, gözlüyor.
Kısa bir süre önce, TMMO'nun Tepekule'deki kongre merkezinde toplanmışlar, bir bölümünde ortaya ilginç bir öneri atılmış...
Bu da, Halkapınar ve Adliye'nin yakınlarından geçen derelerin genişletilerek körfez vapurlarının kullanımına hazır haline getirilmesi ve raylı sisteme entegre edilmesi...
Öneri şöyle desteklenmiş:
Örneğin Göztepe'den gelen bir vapur, doğrudan raylı sisteme bağlanır. Bu şekilde Halkapınar'dan tren, metro, yeni Aliağa metrosu ve deniz irtibatı sağlanmış olur...
***
Bakın ben bunu hiç düşünmemiştim. Çünkü o bölgeden her geçişimde, umutsuz bakarım çevreye...
Birer çamur deryasına dönüşmüş, taştı taşacak gibi bakılan, bir bataklık olan o dere boyu, hiç umut vermemiştir bana...
Kentin ortasında bir bataklık, koku ve pislik içinde, derbeder...
Hele, buradan körfez vapurlarının işleyeceğini düşünmek, ütopya gibidir benim için...
Sanırım ben değil tüm İzmirliler için...
Çünkü burayı adam etmek için uzun bir uğraşa ve bir o kadar da yüklü bir paraya ihtiyaç var.
Ama bir düşünsenize...
Son yıllarda her bir köşesi değer kazanan İzmir, ulaşımda, en önemli sorunlarından birini de halletmiş olacak.
***
Halkapınar, İzmir'in tam ortasında... Şehrin kuzey, güney, batı ve doğusunun kesişme noktası...
Yani işleyen bir demir; yazık ki, yıllardır pas tutmuş...
Oysa kentin bu bölgeye "acilen" ihtiyacı var, bir de ehlileşirse, harika olur.
Bunu görmek, yaşamak gerek...
Sık sık yurtdışına çıkan İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin meclis üyeleri, sanırım sadece "gezmek" için gidiyor oralara..
Güya adı "inceleme" gezisi, oysa fasafiso...
Yoksa, dünyanın gıptayla baktığı o kentlerde, dere yataklarının nasıl temizlendiğini ve oralarda vapurların, gezi teknelerinin nasıl sağlıklı işlediğini görürlerdi.
***
Büyük düşünmek, varolana yeni bir boyut katmak değil, kimi zaman imkansızı başarmaktır.
O da koca bir yürek ve çağdaş bir vizyon ister.
Yoksa o koltuklarda herkes oturur, el kaldırır. Yurtsever olan fikir üretir, inandığı için savaşır.
Halka asıl hizmet böyle olur.
Yeni bakışlar yeni umutlar!
Eskiden, çok değil, 10 yıl önce, yaşlı bir turist görünce söylediğimiz sözdü:
"Adamlara bak yahu, bu yaşta ülkemize geliyorlar; dünyaya gezecek parayı ve imkanı buluyorlar."
Oysa, kısa süreli kültür gezileri, toplumlar için birer ihtiyaçtır. Onlar bunun bilincindeydi, biz daha yeni keşfettik.
Belki imkanlar yine kısıtlı, para hala yok. Birçoğumuz işsiz ve umutsuz ama bakışımız değişti.
Şimdi eline üç-beş kuruş geçen herkes, yastık altına koymak yerine, yurtdışına çıkmayı planlıyor. Başka başka kentleri gezmekle yanıp tutuşuyor.
Öyle eskisi gibi çok da pahalı değil bu geziler... Uygun fiyatlarla, örneğin bir kişi, aylık 150-200 liralık ödemelerle, 5-6 ülke gezebiliyor.
Hem de lüks otellerde, deneyimli rehberler eşliğinde...
***
Bu, şunu getiriyor insana:
Avrupa'nın en ünlü kentlerini gezip gözlem yapmaya...
Çağdaş yaşamı tanımaya...
Bulunduğu kentte, daha insanca, daha doğal, daha temiz yaşama isteğinin artmasına...
Gezdiği, gördüğü müzeler sayesinde, elinin tersiyle ittiği kültürel değerleri korumaya...
İnsan ilişkilerinde empati kurmaya...
Sorun çıkarmayan, işini iyi yapan Türk seyahat şirketlerini tanımaya ve "Bu işi biz de onlar gibi iyi yapıyoruz" güvenini hissetmemize...
Daha iyiye ulaşmak için yaşadığı hayatı, yönetim biçimini sorgulamaya...
Yabancı ülkelerden hiç de aşağıya kalmadığımıza inanmaya, ortadaki en büyük sorunun, birbirimize karşı duyduğumuz güven eksikliği olduğunu görmeye...
Sözün özü yeni bakışlar, yeni umutlar kazanmaya başlarız böylece...
***
Eskiden beri sorgulanan bir söz var:
"Çok okuyan mı, çok gezen mi" iyi bilir diye...
Kuşkusuz ikisi de... Ama okuma bilincine erişmiş biriyse geziye çıkan, gezip görmek artı bir değer...
O halde, hem kendi kişisel gelişimimiz hem de ülkemize daha fazla katkı yapmak için, yurtdışı gezileri iyi birer fırsat...
Bugün, gazetemizde başladığımız "6 Gün 5 Ülke" yazı dizisi, buna çok iyi bir örnektir.
GÜNÜN SÖZÜ
Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.
Pascal