Giriş Tarihi: 15 Haziran 2010, 18:50
Spor dediğimizde, aklımıza hep şu branşlar gelir: Futbol, basketbol, eh biraz voleybol ve de ata sporumuz güreş...
Diğerlerini gören, duyan yok. Gazetelerin spor sayfalarında iki sütuna 5 santim haberleri girerse ne ala...
Üçü de takım oyunu; içlerinde sadece güreş, bireysel başarıya dayanıyor.
Hoş ata sporumuz olmasa onun da yüzüne pek bakan olmaz, çünkü bizde varsa yoksa takım sporu...
Nedense, bireysel başarılar pek dikkat çekmez yazılı ve görsel medyada, sokakta, kahvehanede...
Sohbetler, sevinçler, üzüntüler hep takım başarısı üzerinedir.
Kıskançlık mı, bilinçsizlik mi?
Şimdiye kadar çözenimiz yok nedenini; ancak ülkemizi bireysel anlamda başarılarla temsil eden, övgü toplayan, birincilikler getiren sporcularımızı öylesine yalnız ve umutsuz bırakıyoruz ki, bu durum gençleri de olumsuz etkiliyor.
Sonuçta ülkesi adına mücadele etmek pek çarpıcı gelmiyor onlara...
***
İşin gerçeği de, bütün bu olumsuz tabloya rağmen, bireysel sporlarda hala üstün başarılar kazanan ve yılmadan, usanmadan gençlerin önünü açan, sağlıklı bir gelişimin spordan geldiğine inanan onlarca sporcu var aramızda...
Ben ikisini yakından tanıyorum.
Nesibe Altun ve kardeşi Şahin Altun...
Her ikisi de yurtiçi ve yurtdışında yapılan karşılaşmalarda, madalyalar kazanan sporcularımız...
İkisi de ülkemizde "Taekwando" sporunu sevdiren, yüzlerce sporcu yetiştiren birer idealist isim...
Öyle ki, Nesibe Altun her sporcunun ablasıdır da; dert ortağı ve bilgi kaynağıdır. O yüzden, pek çok hiperaktif çocuk, ilaç kullanmadan, onun sayesinde sağlıklı bir ergenliğe ulaşmıştır.
***
Nesibe Altun, üç kez dünya ikincisi olmuş, üç kez Avrupa Şampiyonluğunu kazanmış, defalarca ikincilik, üçüncülük elde etmiş, Türkiye'de birinciliklere abone olmuş, her şampiyonadan madalyayla dönen bir mütavazı sporcu...
Dünya ona hayran o ise küçük sporcularına...
Dünyada, Güney Kore'de, Japonya'da, Çin'de onu tanımayan taekwondocu yok. Bu yüzden hepsiyle temas halinde...
Kendi çabasıyla öğrendiği İngilizcesi ile bugün dünyayla iletişim kuruyor. Üç lisanı ana dili gibi konuşuyor.
Her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenlenen taekwando şampiyonalarına davet edilen Nesibe Altun'u, göğsüne taktığı madalyalarla ülkesine döndüğünde ise garip bir yalnızlık ve ilgisizlik bekliyor.
Bu ona, özverisine, sporcu kimliğine, mütevazi kişiliğine, yetiştirdiği onlarca sporcuya attığımız koca bir kazıktır!
Ciğeri beş para etmez tiplerin dev puntolarla pazarlandığı spor sayfalarında, o altın madalyalarıyla bir gurur abidesidir aslında...
Ama yalnızdır.
***
Şahin Altun da, ablasının izinde gidiyor. Birçok şampiyonluk kazanmış, ülkesini gururla temsil etmiş, dolabına madalyaları sığmayan, başarılı bir isim...
Avrupa'da birçok başarısı var, Türkiye'de madalya avcısı...
Hem yetiştirdiği sporculara hem de çevresine örnek olmuş bir sporcu aynı zamanda...
Taekwando'da parmakla gösterilen bir kimlik...
Ama o da yalnız. Çünkü bireysel sporcu deyince, yokuzdur biz...
***
Nesibe Altun ve Şahin Altun bununla da kalmıyor, kendilerine sahip çıkan ve her alanda destek veren Çiğli Belediyesi'nin tahsis ettiği bir spor salonunda, yıllardır gençlere, çocuklara ders veriyor; Türk insanına yeni şampiyonlar yetiştirmek için ter döküyor.
Bekledikleri, umut ettikleri tek şey var; çabaları sonuçsuz kalmasın, yeni ufuklar doğsun...
Tıpkı Nesibe'nin söylediği o söz gibi: "Hürol bey, ben sporcuyum. Madalya kazanmak benim görevim. Onu boynuma taktığım an milletime karşı görevimi yapmış sayıyorum kendimi... Önemli olan, çocuklarımıza örnek olabilmek... Ülkemizin başarılı sporculara ihtiyacı var çünkü..."
Ben, yıllarca bu özel sporcularımıza desteğini esirgemeyen, her sorunlarıyla ilgilenen Çiğli Belediyesi'nin rahmetli başkanı Ensari Bulut'u bir kez daha anıyor ve aynı desteği sürdüren, sporcularımızın bir dediğini iki etmeyen, her zaman yanlarında olan yeni başkan Metin Solak'ı da yürekten kutluyorum.
Gençlerin elinden tutmak ve umut aşılamak budur işte...
Meyve çekirdeklerini sakın atmayın, gömün!
Yeryüzünün aldığı yağmur oranı 10 yıllık aralıklarda artar. Bu sene (2010) dünyanın periyodik olarak en çok yağmur alan yıllarından biri olacak, yani toprağın bereketinin yüksek olacağı bir yıl.
Bu nedenle yediğiniz kayısı, şeftali, kiraz, vişne, karpuz, kavun, erik vb. meyvelerin çekirdeklerini lütfen çöpe atmayın, hele çöp poşetlerine asla hapsetmeyin. Mümkünse herhangi bir yerde toprağın 10 cm altına gömün. Üzerine de bir bardak su dökün.
***
Gömme imkanınız yoksa bir poşette bu çekirdekleri biriktirip yanınıza alın (ya da arabanıza koyun) arsa, tarla, toprak yol kenarı, yamaç gibi toprağı gördüğünüz alanlara bu çekirdeklerinizi savurun, korkmayın bu çevre kirliliği değildir, aksine çevre için yeni hayattır. Doğa hemen o yeni çekirdekleri kucaklar ve besler. Yapacağınız en kötü hareket çekirdekleri poşetlere hapsetmektir. Bunu yapmayın ve yaptırmayın. Yapılan çalışmalarda doğaya başıboş atılan ya da dikilen bu çekirdeklerin en az yarısının yeşerip ağaç veya bitki olduğu kanıtlanmıştır.
***
En büyük israflardan birisi meyve çekirdeklerinin çöpe atılmasıdır, üstelik ülkemiz adına da küçümsenemeyecek büyük bir servet... Daha yeşil bir ülke için, daha temiz hava için, toprak kaymasını önlemek ve yeni nesillerimize yeşil bir dünya bırakmak için hep birlikte elimizden geldiğince meyve çekirdeği gömelim, savuralım, fırlatalım.
***
Bu uygulama TEMA tarafından başlatıldı ve bilinçli toplum olarak bizlerin desteklerini bekliyor. Doğaya yardım etmek, gelecekte etrafımızı saracak beton ve gökdelenlerden alamayacağımız oksijeni karşılamak için bile bu çekirdeklerden çıkacak ağaçlara ihtiyacımız olacaktır.
Bu yüzden uyanık olalım ve bugüne kadar hep aldığımız, harap ettiğimiz doğaya bir şekilde borcumuzu ödeyelim.
GÜNÜN SÖZÜ
Aklın gücüne hiçbir engel karşı duramaz.
Marcus Aurelius
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.